Seveceğimi bile bile ertelediğim
kitaplar ve yazarlar olur. Keşfedilmek için özel zamanları beklerler. Çünkü okumanın
yaşama ve koşullara denk düşen, kısmet gibi bir zamanı vardır. Üstelik bir
yazarı anlamak için tek bir kitaptan bakmak da yetmeyebilir.
Bir süre önce Nermin Yıldırım’ı
ITEF etkinliklerinde “zaman, algı, bellek” konulu bir söyleşide görüp
tanımıştım. Henüz hiçbir kitabını okumadığım için onu, yazısının cahili bir
merakla dinlemiş, sohbetinden sızan
kıvrak zekâyı sevmiştim. Genellikle bu ilişki tam tersinedir. Kitaplarla tanışıp
yazara gidilir ama çok defa okurun tasavvuru ile yazarın gerçeği örtüşmez. Oysa
bir yazarı tanıyıp kitaplarını okuma isteği duymak, görüp sevdiğimiz bir
dünyanın yazıdaki iz düşümünü izleme isteğidir ve çok defa bizi yanıltmaz.
Nermin Yıldırım’ın okunacak
dağlar gibi kitabın arasında seçilip gelen son romanı yazısıyla tanışmak için
pek de güzel bir fırsatmış.
Bir aşk acısının, ayrılığın ilk
günlerindeki sancının muhteşem tarifiyle karşılar bizi Unutma Dersleri. Mesele
sinema ve edebiyatta sıklıkla yer bulmuş “unutmak” kadar tanıdık bir konu, ilk cümle “Size öyle
bir hikâye anlatacağım ki, anlatacaklarım bittiğinde, öğrendiklerinizin bir
kısmını unutmak isteyeceksiniz.” gibi klişe bir iddia olunca bencileyin meraklı
okurların zihninde birtakım önyargılar oluşabiliyor, hâliyle. İlkin Yedi Peçeli
Efsanesi’ndeki gibi sevgili imgesinde bir çözülme, Irvin Yalom’un “Aşkın Celladı” öyküsünü
hatırlatan bir çözümleme beklentisiyle okumaya başladım. Hatta kurguya kendimce bir rota bile çizdim. Ama
üzülmeyin, yanıldığınızı anlamanız uzun sürmüyor. Çok söz söylenmiş konular
hakkında yazmak, hep aynı seslerde gezinmek, başkalarının söylediklerinden
öteye geçememek gibi riskler taşır. Ancak Unutma Dersleri’nde kurguya katılan, üzerinde
epey çalışılmış psikolojik ve felsefi derinlik onu bu tehlikeden koruyor.
Kitabın ilk sayfasında, acısıyla
kalbimizi alıp yerlere çalacağını zannetsek de şeker şerbet dili, kendisiyle ve
hayatla eğlenmeyi bilen insanların muzipliği ile ciğer parçalamaktan çok yüzümüzü
tebessümle dolduran hâlleri var, yazarın. Daha doğrusu öyküsünü kendi dilinden
bize aktaracak olan Feribe’nin. Zaman zaman cüretkâr bir dille anlatır başından
geçenleri, alaycılığını dil uzattığı her yere bulaştırır, acısını gülerek
hafifletenlerdendir, belli ki… Okuma serüvenimizi eğlenceli bir yolcuğa dönüştürür.
Bir bankacı olan Feribe, hayatın
beklenmedik süprizleri sonucu kendini yasak bir aşk hikâyesinin ortasında
bulmuştur. Rüyâ kısa sürmüş, henüz çizgiden çıkmanın heyecanı, kaygıları, şaşkınlığı
içindeyken hikâye bitmiş, geride keskin bir acı ve ağır bir suçluluk duygusu
kalmıştır. Ayrılığın sevdaya dâhil yanı onu zorlamaktadır. Çünkü akıl gerçeğe,
kalp rüyâya inanır. Akıl hakikati kolay kabul eder de kalbin ikna olması zaman
alır. Rüyâ ile gerçek arasındaki mesafe bazen çok açılır ve zemin farkı
birinden diğerine geçişi iyice zorlaştırır.
Okuyucu romanda olayların akışını
aşk değil, ayrılık noktasında izlemeye başlar, Feribe’nin hikâyesini onun hatırladıkları
ya da unuttukları arasında dolaşırken öğreniriz. Onun hafıza koridorlarındaki
gezintimizi Mazi İmha Merkezi’nde alacağı önce hatırlama, sonra unutma temalı
dersler sayesinde yaparız. Romandaki diğer kişiler ikincil rollerde olduğu için
bütün işleniş Feribe üzerinedir. Meselâ kurguda, aşk acısından yola çıkılmış
gibi görünse de kitapta sevgilinin neredeyse esamesi okunmaz. Hatta acılı âşık Feribe
bile sevgilisi Nedim’in karmaşık, uzun kirpiklerinden başka bir şey hatırlamaz,
desek yeridir.
Zaman zaman hafızası kıt balıklar
gibi acı veren hatıraları unutmayı kim istemez? Unutmak isteğinin temelinde
birkaç sebep vardır. Yitip gitmiş tüm güzel anlar zehirlidir, özlemek yüzünden
hayatın sularına acı karıştırır. Bazen boş bulunur insan, bu yüzden hayatımız,
lüzumsuz insanlar, başımıza gelmiş uğursuz olaylarla doludur ki hatırlamak bile
istemeyiz. Hataları, utançla andığımız olayları, hiçbirini…
Unutmak dediğimiz şey, esasen
önemsemekten kurtulmak arzusudur. Romanda Feribe’nin de ayrılık acısı henüz
tazedir, hayatın bilindik yollarından çıkmış ve ezberlerini bozmuştur. Hata
yapmayı kendine yakıştıramayan, mükemmeliyetçi insanların kaygılarını taşır.
Duyduğu utanç sebebiyle yaşadıklarını dostları ve yakınlarıyla paylaşamaz. Acı
tarafından tüm dengeleri altüst edildiği için eski rutin, sıkıcı ama düzenli,
alışıldık yaşamına da dönemez. Kabahat dolu bu hakikat, doktora tedaviye gitmiş
bir hastanın deva umudu gibi ancak hiç tanımadığı ve bir daha asla
karşılaşmayacağı yabancılara anlatılabilecek cinstendir. Çaresizlik onu, tesadüfen
karşısına çıkan Mazi İmha Merkezi’ndeki derslere ve yaşayacağı yeni maceralara
sürükler.
İlk bakışta kişisel gelişim merkezlerine
benzeyen Mazi İmha Merkezi, -bana çocukluğumuzun uzay çağı filmlerindeki
mekânları anımsatan- teknolojik donanıma sahip, bilimsel verilere dayanılarak
hazırlanmış, danışanlarına hafıza temizleme hizmeti sunan bir yer olarak tarif
edilir. Biz de Feribe ile MİM’den içeri adımımızı atarız. Aşk acısı çeken biri
olarak orta yoğunluklu travmalar bölümünde ders alacaktır Feribe. Onu saran merak, bizim de yakamızı bırakmaz.
“Malumat” departmanında başlayıp “Son Karar” departmanında çözülecek bir sırra
kadar yaşanan tüm serüvende bizi kurgunun içinde tutar. Zaman zaman
şaşkınlıklar alır, merakın yerini. Zaten MİM çok iyi kurgulanmıştır. Feribe’ye
MİM yolculukları sırasında eşlik eden yakışıklı lordtan, katlara çıkaran
asansörün müziklerine, derslerin yol
göstericisi “Ses”in anne şefkatinden, “Biz bize paketi”ndeki Mehpare’ye kadar
tüm detaylar kurguya bir yapboz parçası gibi hizmet eder.
Gerçek birçok yüzlüdür. Sonunda
yapboz tamamlanacaktır. Ayrıntıları görebilmek için önce Feribe’nin annesinin
öyküsünü hatırlamasını beklememiz gerekir. Sonra bankada yaşanan hırsızlık
olayı için Süheyla’nın, Feribe’nin eşi Vedat’ın bildiklerini öğrenmek için
Selim’in hafiyeliğine ihtiyacımız olacaktır. Feribe “Son Karar” departmanına
gittiğinde şaşkın Şinasi’nin sesini işitip girmesi yasak olan odalara dalınca
MİM’in verdiği özel “çivi çiviyi söker” hizmetinden de haberdar oluruz. Romanın son bölümünde yüzleşmeler peş peşe
sıralanır. Meşhur Truman Show’un kurmaca dünyasını hiç aratmayan, insanların
mutsuzlukları ve umutları üzerinden para kazanmayı iyi beceren, para tuzağı
MİM’in de cilası dökülür, her şey anlaşılır. Ortaya çıkan gerçekler aslında
yaralayıcıdır.
Romanda bizi ruhsal çöküntüye
uğratan travmaların görünen ya da karanlıkta kalan yüzleri irdelenirken aşk,
aile, evlilik, namus, sadakat, dostluk gibi kavramların da soruşturması yapılır.
Aşk acısı giz dolu bir ıstırabın üzerini örter. Hayatta da öyle değil midir? Su
yüzüne çıkanlar, derindekilerin hem habercisi hem de perdesi olur çok defa.
Hatırlamak bir nevi kendiyle ve geçmişiyle barışmaktır. Unutmaksa her şeyi
olduğu gibi kabullenmek…
Romanın sorguladığı konular
arasında gerçek de yer alır. Nedir gerçek? Hatırlanan mı yaşanmış olan mı? Hatırlamak
yaşadığını ispatlamaktır. Hatta insan hatırladığı ve hatırladıklarından
anladığı kadar yaşar. Yaşamın iyi ve kötü tortusu hafızada birikir. Hafızanın
zaman içerisinde “unutmak”, tavsatmak gibi kendini temizlenme yöntemleri vardır,
elbette.
Bir gün hiç beklenmedik bir zamanda
her şey birbirine karışabilir, acılar zihni parçaladığında bütünlük duygusu
bozulur, hafıza geçmişe ait gerçekleri başka türlü kodlayarak saklamaya
girişir, hastalık baş gösterir ve algı, gerçeği yeniden şekillendirir. Bizi
yanıltmakla kalmaz, kandırabilir. Asıl acı olan böyle durumlarda iyileşmek için
çok derinlerdeki gizli acılara temas etmek mecburiyetidir. Feribe’nin
hikâyesini okuduğumuzu sanırken kendi hikâyemize de açılan kapılar buluruz.
Roman işte tam buradan çarpar bizi.
Baştan sona satır satır altı
çizilecek cümleler var, kitapta. Hayatın içindeki olayları meraklı bir öykü
okumuş da ana fikrini arıyormuş edasıyla izleyen, yaşamdan türlü türlü dersler
çıkarmayı seven okurların bayılacağı “iri kıyım laflar”la dolu. Cümlelerin altını
çize çize defalarca üstünden geçebilirsiniz. Zaten yazar da zaman zaman
söylemek istediklerini sezdirmek yerine doğrudan göstermek ister. Bir çeşit alt
metin kılavuzluğuna girişmiş gözükmektedir. Altı çizilecek cümlelerle metnin
mesajlarının altını çizer. Böyle bir dile getirme kaygısı roman için zaaf kabul
edilebilir. Ancak bu sözler boşlukta sallanan vecizeler değildir neyse ki, içleri
doludur. Olaylarda karşılıkları mevcuttur. Okurlar arasında Unutma
Dersleri’nden notlar olarak pekâlâ kabul görebilir.
Bu günlerde Unutma Dersleri’ni
okuyacaksanız; biri sizi uçurumun
kenarına çağırıp aşağıya bakmanızı isteyecek hazırlıklı olun, derim. Korkmayın,
aşağı düşmeyeceksiniz. Yanınızda küçük bir defter bulundurun, kendinizce notlar
alacaksınız. Peş peşe gelen şaşırtmacaları, okuma isteğinizi kamçılayan tatlı
ironisi sebebiyle kitabı elinize alınca zor bırakacaksınız. Toplu taşım aracı gibi
kalabalık mekânlarda da okumaya devam ederseniz, şaşkın bakışların hedefi
olacaksınız. Çünkü yüzünüzde açan tebessümü saklayamayacaksınız.
Unutma Dersleri/ Nermin YILDIRIM
Doğan Kitap/2015
Fotoğraf Fatmagül Okutan
Tuba DERE- Ayraç Dergisi, s. 69
Unutma Dersleri müziklerinden Işıl German-Aşkın Kaderi 1976