Tanpınar’dan bile önceydi benim
Peyami Bey’le tanışıklığım. O benim için ilk esaslı yazardı. Sözde Kızlar’la
başlayıp (onun yazdıklarına yetişmek zor olsa da) külliyatını okumaya varacak
kadar sıkı bir dostluğumuz oldu kendisiyle. Ne hikmetse ben de okurken onunla
hep ruhsal diyaloglara girer, bu sırada kendisine “Peyami Bey” diye hitap
ederdim. Ayrıca Yalnızız romanının kahramanı Samim, eski ahbaplarımdandır;
Simeranya benim de hayal ülkem sayılır. Hamdi Koç’un adıyla bile “Yalnızız”ı
çağrıştıran son romanı “Yalnız Kaldınız, Peyami Bey”e nasıl çekildiğim bu
açıklamalardan anlaşılmıştır, sanırım. Bakalım, Hamdi Koç’un Peyami Bey’i benim
hayalimdekiyle örtüşecek mi diye merakla başladım okumaya.
Hamdi Koç bu romanında ‘mirası
reddedilmiş, adı bile antika olmuş’ bir yazarı, Peyami Safa’yı kahramanlarından
biri kılar ama kitabı biyografik bir roman beklentisiyle eline alacak okurların
hayal kırıklığına uğrayacağını baştan belirtelim. Her ne kadar kurgu Peyami
Safa’nın kişisel özellikleriyle, kitaplarından izlerle ve motiflerle zenginleştirilmiş
olsa da bu bizim bildiğimiz Peyami Safa değildir, buradaki Simeranya da
Yalnızız’ın Simeranyası değil. Hamdi Koç, Peyami Bey karakteriyle kitabının
kurgusuna uygun bir başka yazar tasavvur etmiş, bu konuda kendisine yöneltilebilecek
eleştiriler için de elbette bir cevap hazırlamış “…benim Peyami Safa tasavvurum
bu. Siz de sizinkini yazın...”(s.41).
Kitap, önce kendisinin öldüğünü
zanneden ancak henüz hayattan kopmamış, komadaki bir hastanın, aynı zamanda
romanın anlatıcısı ve yazar olan kahramanın Peyami Bey adlı kahramanla
ilişkisini yani iki farklı kuşaktan yazarın özü yazıya dayanan çekişmeli,
sürtüşmeli dostluğunu konu ediniyor. Önceleri birbirinden kuşku duyan bu iki
kahramanın aralarındaki zıtlıklara rağmen bir süre sonra gelişen arkadaşlığının
hikâyesi. Kitapta adı belirtilmeyen anlatıcı kahramanın verdiği ölüm kalım
mücadelesi ve acılı yaşam hikâyesi, Doktor Ramiz, hastaneye benzeyen bir oda,
yatak ve battaniye gibi unsurlar bize Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu çağrıştırsa
da oluşturulan evrenin Simeranya olarak adlandırılması ve ayrıntılar, kahve
leit motifi bile, Yalnızız’a gönderme. Koç, rüya ikliminde kurulmuş, zaman
zaman Hollywood filmlerini hatırlatacak bir roman atmosferi sunuyor okuruna,
belki ölümlülerin değil, öldüğü için artık ölmekle kayıtlanmayacak ölümsüzlerin
diyarından sesleniyor.(Ama buradakiler bile ölmekten korkuyor.) Bilmediği bir
nedenle yediği şiddetli dayaktan ötürü ölümle burun buruna gelerek Peyami
Bey’in bulunduğu boyuta, tabiri caizse yerçekimsiz ortama düşen anlatıcı, kitap
boyunca karşılaştığı kişileri ve orada oluşturulmuş kurgusal dünyayı tanıyıp
anlamaya çalışıyor.
Simeranya olduğunu öğrendiğimiz bu
öteki boyutta Peyami Bey, bir roman yazmakta, ayrıca anlatıcı kahramandan da
gerçek hayata dönüp kendisiyle ilgili bir roman yazmasını istemektedir. Zaten
yaşama karşı isteksiz ve mutsuz olan anlatıcı ise ölüp gerçek hayattan kurtulma
arzusundadır ancak orada yaşadıkları ve tanık olduğu tuhaf olaylar da kafasını
karıştırır. Peyami Bey ve Doktor Ramiz’le kendisini öldürmeye çalışanların
peşine düşer. Söz konusu bölümde kurgu polisiye bir hâl alır. Bu sırada yaşarsa
gerçek hayatta, gelecekte başına neler geleceğini görür, iyice kararsız kalır. Öte
yandan akıl sır erdirilmez olaylar olmaktadır Simeranya’da. Mesela Peyami
Bey’in iradesine bağlı olarak kar yağar, fırtına çıkar. Kitapları bile korkutacak
kadar öfkelenebilir Peyami Bey, volta atarken duvarlardan geçebilir. Yanan
insanlar, yer altına inen merdivenler, yılanlar tarafından öldürülmeye
çalışılan ecinni kadınlar vardır. Sık sık fantastik unsurlar devreye girer. Kahramanlar
genellikle psişik yönleri olan kişilerdir. Simeranya’daki gerçekliği Peyami Bey
yönetse de Doktor Ramiz’le aralarında uzun tartışmalara neden olan, sürekli bir
iktidar çatışması vardır. Doktor Ramiz bir otorite alternatifi oluşturmaya ve diktatör
olmaya hazırlanmaktadır. Peyami Bey’in ayak işlerine bakan, anlatıcıya
polisleri atlatmak konusunda yardımcı olan “Yavrum” diye anılan bir çocukla,
Cavit Bey’i arayan bir kadın kahraman, anlatıcının bir kez görüp âşık olduğu,
daha sonra göremediği ancak varlığını sezebildiği Seniha adlı kadın da bir
görünüp bir kaybolarak kurgunun gizemini arttırırlar. Sanki Peyami Bey’in
içinden ara sıra nizam ve disiplin düşkünü bir doktorla -Doktor Ramiz- bir
şeytan çıkmakta, Simeranya’nın hâkimiyetini bir biri, bir öteki ele geçirmekte,
hatta Peyami Bey’i bitirmeye ve kurguyu da yönetmeye kalkışmaktadırlar. Belki kahramanları
Peyami Bey’den güçlüdür. Peki bu kahramanlar kimin kahramanıdır aslında, Hamdi
Koç’un mu, Peyami Bey’in mi?
Romanda olaylar, rüyalardaki gibi
parça parça ve kopuk kopuktur hatta aralarında bütünlük sağlanması zordur, kitapta
bu duruma da bir açıklama getirilmiş tabii. Bir yerde yazar Peyami Bey’e
“Hiçbirimiz hayatı rüyaları anlayabildiğimizden daha fazla anlamadık. Bir
rüyayı diğerine bağlayamadık.” (s.209) dedirtir. Nasıl rüyada olmayacak işler
başımıza geldiğinde sorgulamadan kabullenip yaşıyorsak hayatta ve kitap da anlamaya
çalışma çabası nafiledir. Bazen hikâyenin hızına ve cazibesine kapılmak yeter.
İnsanı, söz ve davranışlarını,
rollerini, toplumu iyi analiz eden Hamdi Koç, bu romanında da sık sık
psikolojik tahlillere yer veriyor ve altı çizilecek cümleler kuruyor. Satır
aralarında günümüz siyasi yaşamına ve gündeme göndermeler yapmaktan da çekinmiyor.
Yazı rüyaya benzer mi? Kurgu
tamamen bilinçle yapılan bir iş mi? Kurmacada kuran/yazan ne kurduğunu biliyor
mu, yoksa kahramanlar burada olduğu gibi başına buyruk davranarak, alıp başını
gidiyor mu? Yazarlar kahramanlarıyla empati kurmaya ve onları anlatmaya
çalışırken Peyami Bey gibi sancılar mı çekiyor? Yazar yazıdan başka nelerle
mücadele ediyor? Kitabı okurken bu ve benzeri soruları sormadan edemiyor insan.
Çünkü Yalnız Kaldınız, Peyami Bey, aynı zamanda bir yazma serüveni hikâyesi.
Koç, kitabında yazarlığın sırlarına değinip kurgunun gelişim evrelerini de
gösteriyor. Mesela ilk bölümlerde üç kahramanın diyaloğuyla kurulan hikâye
çatısı sonrasında yeni kişiler ve olaylarla zenginleşip hız kazanıyor.
Peyami Safa, Hamdi Koç’un
romanını okusa ne düşünürdü bilemem. Yıllar sonra bir romancının, yaşam hikâyesinin
ve yazdıklarının değil, kendisinden ilhamla, adını adından alan kurgusal bir
kahramanın peşine düşeceğini söyleseler durumdan pek hoşnut olmazdı herhâlde ama
bu kitapla modern edebiyatın gündemine geldiği için de sevinirdi belki. Zaten
hikâye, yazarın ve kahramanın birbirine tahammülünden başka nedir ki?
Neticede her şeyin sonunda bize
kalacak olan hislerdir, bu kitaptaki gibi. Rüyaların ruhumuzda bıraktığı iz
gibi. Belli ki Hamdi Koç herkes bu kitaptan ayrı bir tat alsın istemiş. Tam
olarak izahı zor, kitaptan, tatlı tuzlu karışık, buruk bir tat kaldı dilimde.
Bakalım siz okuyunca neler hissedeceksiniz?
Tuba Dere, Ayraç Dergisi s.90'da yayınlanmıştır.
Yalnız Kaldınız Peyami Bey, Hamdi Koç, Can Yayınları