17 Mayıs 2017 Çarşamba

Nerede Kaldınız, Peyami Bey?

Tanpınar’dan bile önceydi benim Peyami Bey’le tanışıklığım. O benim için ilk esaslı yazardı. Sözde Kızlar’la başlayıp (onun yazdıklarına yetişmek zor olsa da) külliyatını okumaya varacak kadar sıkı bir dostluğumuz oldu kendisiyle. Ne hikmetse ben de okurken onunla hep ruhsal diyaloglara girer, bu sırada kendisine “Peyami Bey” diye hitap ederdim. Ayrıca Yalnızız romanının kahramanı Samim, eski ahbaplarımdandır; Simeranya benim de hayal ülkem sayılır. Hamdi Koç’un adıyla bile “Yalnızız”ı çağrıştıran son romanı “Yalnız Kaldınız, Peyami Bey”e nasıl çekildiğim bu açıklamalardan anlaşılmıştır, sanırım. Bakalım, Hamdi Koç’un Peyami Bey’i benim hayalimdekiyle örtüşecek mi diye merakla başladım okumaya.  

Hamdi Koç bu romanında ‘mirası reddedilmiş, adı bile antika olmuş’ bir yazarı, Peyami Safa’yı kahramanlarından biri kılar ama kitabı biyografik bir roman beklentisiyle eline alacak okurların hayal kırıklığına uğrayacağını baştan belirtelim. Her ne kadar kurgu Peyami Safa’nın kişisel özellikleriyle, kitaplarından izlerle ve motiflerle zenginleştirilmiş olsa da bu bizim bildiğimiz Peyami Safa değildir, buradaki Simeranya da Yalnızız’ın Simeranyası değil. Hamdi Koç, Peyami Bey karakteriyle kitabının kurgusuna uygun bir başka yazar tasavvur etmiş, bu konuda kendisine yöneltilebilecek eleştiriler için de elbette bir cevap hazırlamış “…benim Peyami Safa tasavvurum bu. Siz de sizinkini yazın...”(s.41).

Kitap, önce kendisinin öldüğünü zanneden ancak henüz hayattan kopmamış, komadaki bir hastanın, aynı zamanda romanın anlatıcısı ve yazar olan kahramanın Peyami Bey adlı kahramanla ilişkisini yani iki farklı kuşaktan yazarın özü yazıya dayanan çekişmeli, sürtüşmeli dostluğunu konu ediniyor. Önceleri birbirinden kuşku duyan bu iki kahramanın aralarındaki zıtlıklara rağmen bir süre sonra gelişen arkadaşlığının hikâyesi. Kitapta adı belirtilmeyen anlatıcı kahramanın verdiği ölüm kalım mücadelesi ve acılı yaşam hikâyesi, Doktor Ramiz, hastaneye benzeyen bir oda, yatak ve battaniye gibi unsurlar bize Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu çağrıştırsa da oluşturulan evrenin Simeranya olarak adlandırılması ve ayrıntılar, kahve leit motifi bile, Yalnızız’a gönderme. Koç, rüya ikliminde kurulmuş, zaman zaman Hollywood filmlerini hatırlatacak bir roman atmosferi sunuyor okuruna, belki ölümlülerin değil, öldüğü için artık ölmekle kayıtlanmayacak ölümsüzlerin diyarından sesleniyor.(Ama buradakiler bile ölmekten korkuyor.) Bilmediği bir nedenle yediği şiddetli dayaktan ötürü ölümle burun buruna gelerek Peyami Bey’in bulunduğu boyuta, tabiri caizse yerçekimsiz ortama düşen anlatıcı, kitap boyunca karşılaştığı kişileri ve orada oluşturulmuş kurgusal dünyayı tanıyıp anlamaya çalışıyor.

Simeranya olduğunu öğrendiğimiz bu öteki boyutta Peyami Bey, bir roman yazmakta, ayrıca anlatıcı kahramandan da gerçek hayata dönüp kendisiyle ilgili bir roman yazmasını istemektedir. Zaten yaşama karşı isteksiz ve mutsuz olan anlatıcı ise ölüp gerçek hayattan kurtulma arzusundadır ancak orada yaşadıkları ve tanık olduğu tuhaf olaylar da kafasını karıştırır. Peyami Bey ve Doktor Ramiz’le kendisini öldürmeye çalışanların peşine düşer. Söz konusu bölümde kurgu polisiye bir hâl alır. Bu sırada yaşarsa gerçek hayatta, gelecekte başına neler geleceğini görür, iyice kararsız kalır. Öte yandan akıl sır erdirilmez olaylar olmaktadır Simeranya’da. Mesela Peyami Bey’in iradesine bağlı olarak kar yağar, fırtına çıkar. Kitapları bile korkutacak kadar öfkelenebilir Peyami Bey, volta atarken duvarlardan geçebilir. Yanan insanlar, yer altına inen merdivenler, yılanlar tarafından öldürülmeye çalışılan ecinni kadınlar vardır. Sık sık fantastik unsurlar devreye girer. Kahramanlar genellikle psişik yönleri olan kişilerdir. Simeranya’daki gerçekliği Peyami Bey yönetse de Doktor Ramiz’le aralarında uzun tartışmalara neden olan, sürekli bir iktidar çatışması vardır. Doktor Ramiz bir otorite alternatifi oluşturmaya ve diktatör olmaya hazırlanmaktadır. Peyami Bey’in ayak işlerine bakan, anlatıcıya polisleri atlatmak konusunda yardımcı olan “Yavrum” diye anılan bir çocukla, Cavit Bey’i arayan bir kadın kahraman, anlatıcının bir kez görüp âşık olduğu, daha sonra göremediği ancak varlığını sezebildiği Seniha adlı kadın da bir görünüp bir kaybolarak kurgunun gizemini arttırırlar. Sanki Peyami Bey’in içinden ara sıra nizam ve disiplin düşkünü bir doktorla -Doktor Ramiz- bir şeytan çıkmakta, Simeranya’nın hâkimiyetini bir biri, bir öteki ele geçirmekte, hatta Peyami Bey’i bitirmeye ve kurguyu da yönetmeye kalkışmaktadırlar. Belki kahramanları Peyami Bey’den güçlüdür. Peki bu kahramanlar kimin kahramanıdır aslında, Hamdi Koç’un mu, Peyami Bey’in mi?

Romanda olaylar, rüyalardaki gibi parça parça ve kopuk kopuktur hatta aralarında bütünlük sağlanması zordur, kitapta bu duruma da bir açıklama getirilmiş tabii. Bir yerde yazar Peyami Bey’e “Hiçbirimiz hayatı rüyaları anlayabildiğimizden daha fazla anlamadık. Bir rüyayı diğerine bağlayamadık.” (s.209) dedirtir. Nasıl rüyada olmayacak işler başımıza geldiğinde sorgulamadan kabullenip yaşıyorsak hayatta ve kitap da anlamaya çalışma çabası nafiledir. Bazen hikâyenin hızına ve cazibesine kapılmak yeter.

İnsanı, söz ve davranışlarını, rollerini, toplumu iyi analiz eden Hamdi Koç, bu romanında da sık sık psikolojik tahlillere yer veriyor ve altı çizilecek cümleler kuruyor. Satır aralarında günümüz siyasi yaşamına ve gündeme göndermeler yapmaktan da çekinmiyor.

Yazı rüyaya benzer mi? Kurgu tamamen bilinçle yapılan bir iş mi? Kurmacada kuran/yazan ne kurduğunu biliyor mu, yoksa kahramanlar burada olduğu gibi başına buyruk davranarak, alıp başını gidiyor mu? Yazarlar kahramanlarıyla empati kurmaya ve onları anlatmaya çalışırken Peyami Bey gibi sancılar mı çekiyor? Yazar yazıdan başka nelerle mücadele ediyor? Kitabı okurken bu ve benzeri soruları sormadan edemiyor insan. Çünkü Yalnız Kaldınız, Peyami Bey, aynı zamanda bir yazma serüveni hikâyesi. Koç, kitabında yazarlığın sırlarına değinip kurgunun gelişim evrelerini de gösteriyor. Mesela ilk bölümlerde üç kahramanın diyaloğuyla kurulan hikâye çatısı sonrasında yeni kişiler ve olaylarla zenginleşip hız kazanıyor.

Peyami Safa, Hamdi Koç’un romanını okusa ne düşünürdü bilemem. Yıllar sonra bir romancının, yaşam hikâyesinin ve yazdıklarının değil, kendisinden ilhamla, adını adından alan kurgusal bir kahramanın peşine düşeceğini söyleseler durumdan pek hoşnut olmazdı herhâlde ama bu kitapla modern edebiyatın gündemine geldiği için de sevinirdi belki. Zaten hikâye, yazarın ve kahramanın birbirine tahammülünden başka nedir ki?


Neticede her şeyin sonunda bize kalacak olan hislerdir, bu kitaptaki gibi. Rüyaların ruhumuzda bıraktığı iz gibi. Belli ki Hamdi Koç herkes bu kitaptan ayrı bir tat alsın istemiş. Tam olarak izahı zor, kitaptan, tatlı tuzlu karışık, buruk bir tat kaldı dilimde. Bakalım siz okuyunca neler hissedeceksiniz?

Tuba Dere, Ayraç Dergisi s.90'da yayınlanmıştır.

Yalnız Kaldınız Peyami Bey, Hamdi Koç, Can Yayınları