Bir iki gün sıradan yaşamınızdan
çıkıp güzel bir çalışma kampına konuk olmaya ne dersiniz? Gençlik yıllarını benim
gibi böyle kampların hayaliyle süslemiş biriyseniz işte size bulunmaz fırsat. Ama
siz onu şu sıcak yaz günlerinde bir bardak limonata niyetine, içinizi
ferahlatmak için de okuyabilirsiniz. Elinize alınca bırakamayacağınızı peşinen
söyleyeyim. Zira bu kitabı sadece okumuyor, film gibi izliyor hatta yaşıyor insan.
Daha evvel atölye çalışmalarıyla
ve çocuk kitaplarıyla tanıdığımız Füsun Çetinel, bu defa bir gençlik romanıyla
okurlarının karşısına çıkıyor. “Duvarda 3 Hafta” kısa bir süre önce Günışığı
Kitaplığı’ndan yayınlandı. İyi bir anlatıcı olan Çetinel, yazdıklarını merakla
okutuyor. Akıcı üslubunun yanı sıra iyi oluşturulmuş karakterleriyle, hitap
ettiği yaş grubunun dilini ve yaşama bakışını kavrayış gücüyle de başarılı bir
kitap, Duvarda 3 Hafta.
Romanda bir çalışma kampında
geçen olayları kahramanın ağzından dinliyoruz. Melisa, tatilde, arkadaşları Ceren
ve Mısra’yla Amerika’daki yaz okuluna annesinin aniden işten çıkartılması
yüzünden gidemiyor. Bunun yerine ailesinin yönlendirmesiyle –Melisa’ya göre
annesinin zoruyla- Almanya’da bir çalışma kampına gitmek zorunda kalıyor. Henüz
yolun başında peş peşe olumsuzlarla karşılaşan Melisa, aksiliklerle dolu
yolculuğunu tamamlayıp kampa ulaştığında telefonun çekmediği, internetin
olmadığı bu yerde hiçbir şeyin istediği ve beklediği gibi olmadığını görüyor. Çalışma
grubunun lideri Fernando (İspanyol), farklı ülkelerden gelen Diana (Meksikalı),
Engrique, Claudia (İspanyol), Vera (Belaruslu), Saşa, Oleh (Ukraynalı), Rina (Koreli),
Raphaelle, Jonathan (Fransız) ve Melisa’ya yapacakları işi anlatıyor. Melisa
hiç tanımadığı gençlerle üç hafta bu kampta, hiç de konforlu olmayan koşullarda
kalacak, üstüne üslük tarihî bir duvarı yıkıp yerine yenisini örmek gibi oldukça
ağır bir işte çalışacak. Ayrıca çalışma arkadaşları arasında, hiç hoşlanmadığı,
Vera gibi felaket bir kız da bulunuyor. Melisa ilk hafta, başının sıkıştığı durumlarda
sürekli Los Angeles’taki arkadaşlarını düşünüp, onu buraya getiren şartları
hatırlayarak kamptan ayrılma hayalleri kursa da haftanın sonunda yavaş yavaş
grup arkadaşlarını tanıyor ve ortama alışıyor.
Grupta herkesin kampta olmak için
farklı sebepleri var. Kimi burs kimi iş istiyor. Mesela Fernando grup
liderliğinde başarılı olursa Almanya’da sürekli bir iş bulabilecek. Zaten iyi
bir lider olan bu çocuk, çok da sabırlı. Grupta dengeleri iyi koruyor ve çıkabilecek
sorunları önceden hesap etmekle kalmayıp gençlerin psikolojisini ustaca kontrol
ediyor, kampı onlar için eğlenceli hâle getiriyor. Kendine mahsus özellikleri
olan ilginç biri Jonathan. Raphaelle tam bir bilge, Vera ise tam bir baş
belası. Oleh ve Şasa’nın maddi koşulları iyi olmayan ailelerden geldikleri
belli. Diana çok güzel dans ediyor. Zamanla Melisa ön yargılarından kurtuluyor,
arkadaşlarını ve kampı sevmeye başlıyor. Onu buraya bağlayan bir aşk da ortaya
çıkınca kamp güzelleşiyor.
Çocuklar kampta, hayatlarında hiç
görmedikleri bir işle uğraşıyorlar. Taşları sökerken, taşırken, kırarken ve
yerleştirirken zorlansalar da bu işi gerçekleştirebilmek için verdikleri
mücadele onları yaptıkları işe bağlıyor. Çalışırken zorlandıkları yerde
ekskavatörlü Lukas ve Bay Traub yetişiyor. Gruba yardıma gelen yetişkinler de oldukça
çalışkan ve disiplinliler. Taş evlerin restorasyonunda, kilise mozaiklerinin
yenilenmesinde çalışan bir taş ustası Bay Traub. Hem neşeli, şakacı bir adam
hem de çocuklar için muhteşem bir öğretmen. Onlara taş yontmanın inceliklerini
öğretiyor.
İkinci hafta ‘bu kadar günü
geçirebildiğime göre devamını da getirebilirim’ diye düşünüyor Melisa. Farklı
ülkelerden ve kültürlerden gelen grup arkadaşlarını gözlemlerken bir yandan da yaşamını
ve ailesini sorguluyor, kendini eleştiriyor. Her şeyin alıştığından ve şimdiye
kadar ona öğretildiğinden farklı olduğunu görüyor. Yalnız kalma korkusuyla bugüne
kadar Ceren ve Mısra’nın isteklerine sürekli boyun eğmiş aslında. Oysa bu kampta
artık o, anne ve babasının prenses kızı değil. Burada toz toprağın içerisinde
çalışıp geceleri bir matın üzerinde, uyku tulumunun içerisinde uyuyor, soğuk
suyla duş alıyor, ne bulduysa onu yiyor. Ama Melisa da diğerleri gibi çok mutlu.
Üstelik burada olanları arkadaşlarına ve ailesine anlatsa da anlamayacaklarını,
hiçbirindeki güzelliği fark edemeyeceklerini biliyor. Yaşadıkları asla ‘parayla
ölçülebilecek şeyler’ de değil.
Aslında herkes için yeni
deneyimlerle dolu bu kamp. Duygu ve düşüncelerini aralarında özgürce ifade
edebiliyorlar. Hepsi kendi doğallığında davrandığı hâlde kimse birbirini
yargılanmıyor. Demek ki kurallar ve olmazsa olmazlar tarafından kuşatılmadan
sahici biri olabiliyor insan. Melisa da sonunda dert ettiği şeyleri
önemsememeyi öğrenip rahatlıyor. Burada farklılıklara rağmen aynı ortamı barış
içinde paylaşma, dayanışma ve ortak iş yapma bilinci kazanıyor. Grup ruhunun
yanı sıra bir grupta birey olmanın güzelliğini hissediyor. En önemlisi de
özgürlük... Kampta bir şeyi yapmak ya da yapmamak için anne babasından izin
alması gerekmiyor, her şeye kendisi karar veriyor. Üstelik ilk defa, yıllardan
beri tanıdığını hissettiği, kusurlarıyla benimsediği onu da öyle sevip
benimseyen gerçek bir erkek arkadaşı oluyor. İlk geldikleri günler kaçış yolları
arayan Melisa, son günler kamptan ve Şasa’dan ayrılacağı için çok üzülüyor.
Romanda yazar, gençler arasında
yaşanan duygusallığın ve aşkın sınırlarını da iyi çizmiş bence. Melisa’nın
utangaçlığını, kendi kendine “neden ben onlar kadar rahat olamıyorum” diye
sorgulamalarını dile getirirken bu davranışların altında yatan kültürel kodları
işaret etmiş ve üzerinde düşünülmesini sağlamış.
Kararlarını alabilen, başının
çaresine bakabilen özgür bireyler yetiştirdiğimizi sanırken bile çocuklarımızı
hep kanatlarımızın altında tutmak istiyoruz. Bu kitapta, daha önce kalıpların
ve kuralların içerisine sıkışıp kaldığını, bu yüzden kendi olamadığını çalışma
kampı sayesinde keşfederek büyüyen bir Melisa var. Bunu fark eden yalnızca o
mu? Sahi, biz yetişkinler ne kadar özgürüz? Tahmin ediyorum, kitabı okuyan
herkes az çok kendini bu konuda sorgulayıp payına düşeni alacak. Öyleyse
önceden öğrendiklerimizi yıkıp tıpkı kampta olduğu gibi aynı taşlarla yeni duvarlar
inşa etme zamanı… Bu, çok da zor olmasa gerek.
Tuba Dere, Ayraç Dergisi s.94'te yayınlanmıştır.
Füsun Çetinel, Duvarda 3 Hafta, Günışığı Kitaplığı