Her yazarın anlatısının içimizde
bıraktığı tat başkadır. Cemil Kavukçu öykülerini okuyup da onun gündelik
yaşamı, sıradan insanları, dost meclisinde sohbet eder gibi anlattığı hikâyelerinin
buruk tadını bilmeyen yoktur herhâlde.
Yıllarca gemide çalışmış Cemil
Kavukçu. Buna rağmen geriye dönüp baktığında denizi konu edinen sadece on üç öykü
kaleme aldığını görmüş. Farklı zamanlarda yazılmış ve her biri ayrı bir kitapta
yer alan öyküler derlenince “Maviye Boyanmış Sular” ortaya çıkmış.
Bir zamanlar tayfa olma hayalleri
kurmuş bir çocuk olarak heyecanla, adeta deniz kokusu duya duya aldım, Maviye
Boyanmış Sular’ı elime. Biz yerleşik yaşayanlar için seyahat, geçici bir süredir ve eğlencelidir. Gezip gördüğümüz yerlerin tadını çıkarır, döneriz.
Oysa sürekli denizde olmak ona kıyıdan bakanların anlayabileceği bir şey değilmiş.
Hatta belki kitabın ilk öyküsü “Gemide”de anlatıldığı gibi ıssız bir adaya
düşmekten beter, gerilimli bir yalnızlığı var denizin. Şeş cihet masmavi; deniz
de gök de vahşi, üstelik bir kara parçası kadar güvenli ve güvenilir de değil
deniz. Kavukçu, kitabın takdim yazısında uzun süre gemide kalan, statik
elektrikle yüklenen denizcilerin sinir sisteminin harap olduğundan bahseder. Zannediyorum,
hikâyelerin hazin tarafı burada başlıyor. Dağların güvenli duruşuna karşın, öykülerde
sık sık tekrarlandığı gibi, denizde olmayı, denize açılmayı göze alabilenlerin
hikâyesi anlatılıyor bu kitapta. Kitabın son öyküsü “Zaman Aynası”nda
“Öğrendiğinde keşke bunları bilmeseydim, diyeceğin, geri dönüşü olmayan bir
sırrı vardır denizin. Omuzlarına yüklenen, taşıyamayacağın, anlatmazsan
rahatlayamayacağın, anlatırsan cezalandırılacağın bir yük.” diyor, ‘kendisinden
olmayan her canlıya, her nesneye düşman’ deniz için.
Kavukçu’nun deniz öyküleri gemide
türlü işlerde çalışanları, kaptanı, çarkçıbaşını, aşçıbaşını, kamarotu, kısaca bilmediğimiz
bir yaşamı, ayrıntılarıyla dünyamıza getirir. İdris, Baha, İbrahim, adını bile öğrenemediğimiz
ama denizdeki en büyük eğlencesi balık tutmak olan ve bu uğurda gemide keyfi arızalar
çıkartıp, çıkan arızaları uzattığı için gemi mürettebatını kızdıran (bence
komik ve sevimli bir tip) Çarkçıbaşı ve Eran Kaptan neredeyse tüm hikâyelerin
ortak kahramanlarıdır. Bu durum müstakil gibi görünen öyküleri birbirine bağlar
ve bir nehir öykü hâline getirir. Farklı zamanlarda yazılmış olsalar da öyküler
arasındaki bağ, yalnızca temaya dayanmaz; bunlar zaten birbirini çağrıştıran,
tamamlayan, örtüşen detaylarla kurulmuştur, dolayısıyla bir kitapta toplanmaları
şaşırtıcı değildir ve kitaptaki sıralanışları da oldukça isabetlidir. Mesela
insana benzeyen balık yani misafir yolcu, son öyküye kadar denizcileri takip
eder. Çarkçıbaşı hikâyelerin tümünde ‘arıza çıkaran’ kahramandır.
Her öyküde bir başka olaya ve
başka bir kahramanın serüvenine ışık tutulur. Metinlerdeki kurgusal yapı erkeklerin
dünyası üzerine oturtulmuştur. Kadınlar uzakta yahut düşlerdedir. Aşk ve
cinsellik de öyle. Hatta cinsellik, Eyyup’un Helga’sı gibi dramatik bir
romantizm taşır ve yıllarca denizde dolaşan yalnız adamların kederini sadece bir
nebze dindirmeye yarar. Balık tutmak, akşamları kamaralarında içmek gibi küçük
eğlenceleri vardır deniz adamlarının. Yasak olsa da hepsinin odasında sakladığı
içkisi ve kuruyemişi bulunur. Aralarında sert ve kıyıcı şakalar yaparlar.
Kitaptaki öykülerin hemen
hepsinde olay, denizde geçer. Günlerce, gecelerce süren ne zaman sona ereceği
genellikle bilinmeyen bir yolculuktur bu. Çünkü her şeyi deniz belirler. Yalnızca
gemi bir koya demirlediğinde –ki bunun için fırtına olması yahut motorda bir
arıza çıkması gerekir- kıyıya çıkıp nefeslenebilir gemiciler, kadınlarla eğlenip
içer ve geri dönerler. Karaya çıksalar bile ‘denizde olmak’ hâli üstlerine
yapışıp kalmıştır. Denizciler, denizin kurallarına uymayı öğrenen, bir anlamda
ona boyun eğen ve aslında başka türlü yaşamak bilmeyen adamlardır. Karada
bıraktıkları yakınları ile aralarında kocaman bir deniz vardır ve hayatları da
denizle çevrilmiştir. Denizin ortasında ama hayatın kıyısında yaşarlar. Hatıralar
tarafından kuşatılmış hafızaları onların hiçbir zaman tek bir zaman diliminde
var olmalarına izin vermez. Bazen çıkılan bir kıyı kasabası yahut barda görülen
bir kadın eski sevgilileri, hüsranla biten hikâyeleri hatırlatır. Denize aşkla
bağlıdır denizciler. Hem korkarlar ondan hem de her türlü azabına rağmen ona
doğru çekilirler. Kimileri için hüzünlü bir serüvenden kaçış, sığınaktır deniz,
kimisi için bir hapishane. Çünkü bazıları Hurşit gibi, kara adamıdır. İşsizlik
canına yettiği için denize düşmüştür Hurşit. Diğerleri gibi dayanıklı değildir.
Bu yüzden Azrail’in nefesini ensesinde hisseder. Hatta kendine bir katil bile
seçmiştir. Ondan kaçarken yakalanır, en çok korktuğu şeye.
Denizdeki hayatı ağırlaştıran bir
türlü geçmeyen zamandır. Bir süre sonra zaman kavramı kaybolur, günler geceler
tıpa tıp birbirine benzer. Buna bir de bir koya demirleyip uzun süre beklemeler
eklenince her şey adeta kokuşur. Yazar bu durumu Balık öyküsünde “Davranış
bozuklukları göstermeye başlamıştık. Yüzmeyen ya da yüzdürülmeyen bir gemide
yaşamanın doğal bir sonucu olmalıydı bu.” diye anlatır. Bu ‘zamansızlık’
öykülerin kurgusal yapısına da yansımış. Pek çoğunda temel kavram olan gün ve
geceden öteye gidilmiyor. Çözülmesi gereken problemler, büyük gerilim ve
entrikalar bulunmuyor Kavukçu’nun deniz öykülerinde. Bu nedenle de yorumu
okuyucuya bırakılan, açık uçlu bir sonla bitiyor çoğu. Ana çatı denizin insan
üzerine çöken ağırlığı ile kurulmuş. “Eyyup”, “Telsizci”, “Kamarot” ve “Müjark”
gibi öykü adlarına bakılınca zaten kurguların kişisel serüven eksenli oldukları
tahmin edilebiliyor.
Kitaptaki öyküler bize aynı
gözlemci anlatıcının dilinden aktarılır. Yalnızca buruk bir aşk hikâyesi olan
“Mor Çiçekli Toka” ve “Müjark” öykülerinde anlatıcı, kahramanın kendisidir. Bu öykülerde
kahramanın iç dünyasından ve duygularından söz edilir. Diğer öyküler ise daha
çok izlenime dayanır. Çünkü anlatıcı “gözlemci” ya da “kahraman” hangi rolde
olursa olsun deniz adamı değildir, yani gözlemlenen yaşama yabancıdır. Dolayısıyla
bazı olayları en az bizim kadar şaşkınlıkla izler.
Tuba Dere, Ayraç dergisi s.85'te yayınlanmıştır.
Cemil Kavukçu, Maviye Boyanmış Sular, Can Yayınları