Edebiyat Ortamı Yayınları’ndan
çıkan Çalıntı Hikâyeler Cahid Efgan
Akgül’ün ilk öykü kitabı, birkaç ay evvel raflarda yerini almış. Sosyal medya
tanıtımlarında güzel kapak görselinden ötürü hemen dikkatimi çekmişti. Kitabı
elime alınca bırakamadım. İronik ve eğlenceli üslubuyla sürprizli sonları olan,
bir solukta okunacak öyküler yazmış Akgül.
Kitabın ismi pek ilginç. Yazar
öykülerine neden “çalıntı” demiş acaba diye düşünerek okumaya başlamıştım ki sebebini
daha ilk öyküde -Müthiş Bir Tren’de-
anladım. Akgül, Sait Faik’e bir selam çakarak yola çıkmış. İlk öyküsünde onunla
karşılaşıp sohbet ediyor. Üslubunu ustanın üslubuna benzetip kurgusunu onunkine
benzer bir çatıyla örmüş; onun imgelerine gönderme yapmış, konuyu güncellemiş,
sanki bir nazire yazmış. Kitaptaki öykülerde tanıdığımız yazarlara, hemen
hepimizin aşina olduğu metinlere göndermeler var. Mesela kitaba adını veren Çalıntı Hikâyeler öyküsü “Keşke o sabah
uyandığımda, kendimi yatağımda dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulsaydım.”
cümlesiyle başlıyor.
Metinlerarasılığı adeta bir
eğlenceye dönüştürmüş Akgül, bir oyun gibi. Diline doladığı yazarı, murat
ettiği sonu yahut öykündüğü kurguyu evirmiş çevirmiş metnine yedirmiş, öyküsüne
dâhil etmiş. “Görünmezlik otu”, “Küçük Kehanetler Divanı” gibi nesnelerle, aynı
kahramanları birkaç öyküde kullanma gibi yollarla kitaptaki öyküler arasında da
bir metinlerarasılık oluşturmuş. Bu cins bağlarla öykülerin birbirine ulanmış
oluşu yazarın kurgu işine kafa yorduğunu, anlatım teknikleri üzerine de
çalıştığını gösteriyor. Aynı zamanda üsluptaki samimiyet ve sohbet havası kurgu
metin değil de hatırat okuyormuş hissine kapılmanıza neden oluyor. Tabii bunda
anlatıcı kimliğinin kahraman anlatıcı olmasının büyük tesiri var.
Yazar isim uydurmakta mahir. Ferdi
Kendirci, Ferit Attargil, Yusuf Turan Kurtaz gibi isimler gerçek kişileri
çağrıştırıyor. İki öyküde yer alan Mütercim Asım Efendi’den ilhamla yaratılmış Asım
Mütercimoğlu adlı bir kahraman var. Onu da öyle kendinden emin anlatıyor ki
‘sahiden böyle biri var mıydı yoksa yazar mı uydurdu’ diye düşünmekten kendimi
alamadım.
Kitabı bir solukta okunur kılan
elbette üslup. Zekice esprileri var Akgül’ün. Bazı öyküleri okurken (Omzumdaki Eğrilik, Günlerden Bir Gece
gibi) kıkırdamış olabilirim. Ring’i
ve O Günler Geçip Gitti’yi okuyunca
içlendim. Kitabın sonundaki küçürek öykülerden biri olan Ortanca, beğendiğim metinlerden. Yazar, yaratıcı zekâsını hepimizin
bildiği sıradan kişileri, hadiseleri, mezar taşı yazıları gibi pek akla
gelmeyecek konuları anlatmaya değer bulup öyküleştirmek için kullanmış. Öykülerini
günlük yaşama dair dikkatlerle, ara sıra yaptığı sosyal tespitlerle zenginleştirmiş.
Akgül öykü malzemesi bulma,
bulmuşsa onu kurguya yerleştirme çabasını dile getirmekten de çekinmiyor. Zaman
zaman öyküden başını çıkarıp okurla konuşuyor; kendi kurgusunu bozuyor, yazar
olduğunu, bir öykü ‘uydurduğunu’ gösteriyor, okura da öykü okuduğunu
hatırlatıyor. Mesela “Evin penceresini kapatıp kapatmadığımı anımsayamadım.
Öykünün başına baktım. Kapattığıma dair bir cümle kurmamışım.” diyor. Öykülerini
bir sona bağlama, sürprizli son hazırlama konusunda da oldukça başarılı Akgül. Hem
oyun bozmaya hem de gevezelik etmeye bayılıyor. Öykülerin içine ‘bunun kurguyla
bir alakası yok ki’ diye düşünebileceğiniz ayrıntılar koymuş. Ama bunlar kurguyu
beslemese de akıcılığa katkıda bulunuyor.
Çalıntı Hikâyeler yazarının birikimini ve metin karakteristiğini
gösteren başarılı bir ilk kitap. İlk öykü kitabında bir yazarın kendine mahsus
bir tarz ve üslup sergilemesi zor ancak muvaffak olunduğunda umut vadeden bir
yazı hayatının işaret sayılabilir. Cahid Efgan Akgül tezgahında iyi öyküler
dokuyabileceğini kanaatimce bu kitabıyla göstermiş. Bundan sonra neler
yazacağını takip edip görelim.
Bu yazı Hece Öykü dergisinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder