#tubadere #ayraçdergi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#tubadere #ayraçdergi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Kasım 2016 Pazartesi

Ömür Adamın Oğlu Fiko


Yıllardır kargo paketlerini ve mektup zarflarını, içerisinden beni sevindirecek güzel şeyler çıkacağını umarak açarım. Son zamanlarda pek öyle sürprizlerle karşılamasam da bir umut işte… En zevklisi kitap ve dergi kargolarını açmak tabii. İçerisinde ne olduğunu bilseniz bile okumadıkça aslında bilemezsiniz. Yine heves ve heyecanla açtığım bir kargo paketinin içinden çıktı Ömer Açık’ın “Benim Babam Ömür Adam” kitabı. Ömer Açık adını yeni duyduğum bir yazar, Günışığı Kitaplığı’ndan yayınlanan bu ikinci kitabı.

Benim Babam Ömür Adam, bir kere dış görünüşüyle kalbimi fethetti. Kapak görseli ve tasarımı, başarılı illüstratör Sedat Girgin’e ait. Yazı karakteri, punto, baskı ve kâğıt kalitesiyle beraber Günışığı Kitaplığı’nın kitap ebatlarını çok beğendiğimi de belirteyim, bu sevimli kitaplar okuma iştahını kabartıyor insanın.

Bir çocuk kitabı elimin altında olur da durur muyum, hemen Fiko’yla tanıştım, merakla sayfaları karıştırırken bir de baktım ki okumaya başlamışım bile. Zaten Ömer Açık’ın okuru kitaba çeken oldukça akıcı ve sevecen bir üslubu var. Hele çocuk dünyasına ve diline uygun tasvirleri; insana yağmuru, çiçekleri, güneşi, kedileri sevgiyle kucaklatıyor.

Komik bir çocuk Fiko, asıl adı Fikri ama herkes ona kısaca böyle sesleniyor. Sekiz buçuk yaşında, ikinci sınıfa gidiyor. Yakında bir de kardeşi olacak. Diğer çocuklardan ne eksiği ne fazlası var Fiko’nun. Sadece okuma yazmayı ve konuşmayı biraz geç öğrenmiş. Öğrenmiş ama bir daha hiç susmamış. Bazen çok boşboğaz oluyor, palavralar atmayı, bire bin katarak anlatmayı seviyor. Tuhaf oyunlar, şakalar icat etmekte üstüne yok, mesela rüzgâr kovalamaya bayılıyor. Kendi kendine yarışmalar yapıyor, ara sıra bunlara babası da katılıyor. Bir de deyimlerin, mecaz anlamını kavrayamıyor -bu biraz da yaşının özelliği zaten- kelimeleri ve cümleleri gerçek anlamlarıyla anlıyor. Mesela arkadaşı İbo, açlıktan gözünün döndüğünü söyleyince Fiko, İbo’nun gözlerinin gerçekten döndüğünü zannediyor. Aynı zamanda, estetik duyarlıkları olan, dikkatli bir çocuk o; doğayı izlemekten keyif alıyor, ayrıca kendiyle barışık, yapılan şakalara alınmıyor. Ama kötü bir huyu daha var, biraz unutkan, hep eşyalarını kaybediyor.



Fiko’nun babası yani kitaba adını veren kişi, Ömür Bey; ‘çalı süpürgesine benzer’ bıyıkları olan bir adam. Gültepe Mahallesi’nde bir fırını var, eşi Zehra Hanım’la beraber bu fırını işletiyor. Sabahları erkenden kalkıp fırını açarak sıcacık, mis kokulu ekmekler yapıyor. “Elleri, parmakları, üstü başı, saçı ekmek kokar Ömür Bey’in. Hatta sesi ve rüyaları bile.” (s.88) Konuşmayı seven, neşeli bir adam Fiko’nun babası. Kapak görselindeki kırmızı sakallı adamın kim olduğunu merak ediyorsanız hemen söyleyeyim, o da Şair Amca. Ama şair falan değil, öyle bir yeteneği de yok. Yalnızca anne babası ona bu adı vermiş. Fırının karşısında bir kitap dükkânı var Şair Amca’nın. Kitapçının kedisi de eksik değil hani, adı da Safinaz. Yalnız Fiko, ondan biraz korkuyor. Şair Amca’nın kitabevinde yalnızca kitap satılmıyor, kütüphane gibi ödünç kitaplar da veriliyor, aynı zamanda bahçede kitap okuyanlara çay ikram ediliyor. Tam kitap kurtlarına göre bir yer anlayacağınız.

Fırınla Şair Amca’nın kitap dükkânı arasında dev bir dut ağacı var, bu ağaç kendisine gösterilen ilgiyi Şair Amca ve Fiko’ya borçlu. Bir gün ikisi beraber bu ağaca tırmandılar da ondan. O gün bugündür dut ağacının altına yerleştirilen tahta piknik masası mahallelinin uğrak yeri. Zaten Şair ile Amca Fiko’nun dostlukları da o gün başladı. Şair Amca ona hep “adamım” diye hitap ediyor, alıp evlerine götürüyor. Eşi Aliye onlara nefis limonatalar yapıyor.

Romandaki asıl olay, Fiko ile babası arasında geçen bir pazarlığın sonucunda gelişiyor. Okulların kapanmasına iki hafta kala Fiko babasından, yaz tatilinde doya doya gezebileceği bir bisiklet almasını istiyor. Babası bu fikre hiç sıcak bakmıyor. Çünkü Fiko önceki yıl, kendine alınan bisikleti orada burada unutmuş, kıymetini bilememiş. Sonunda Ömür Bey bir şartla bisikleti almaya razı oluyor, önce oğlunu denemek istiyor. Fiko babasının verdiği mor kuşağı iki hafta boyunca kaybetmeden, yanında taşıyabilirse bisikleti almaya hak kazanacak. Böylece bir anlaşma yapılıyor, baba oğul birbirlerine söz veriyorlar, hem de ‘kertenkele sözü’.

Mor kuşağı saklamak ve korumak zannedildiği kadar kolay değil Fiko için. İki hafta içinde yüreğini ağzına getirecek birkaç durum yaşıyor. Bir defasında Safinaz’ın haylazlığı yüzünden epey canı sıkılıyor. Ama durum, Şair Amca sayesinde çözüme kavuşuyor.

Bu arada epey bir zaman ailece Fiko’nun doğacak kardeşi için isim düşünüyorlar, sonunda bebek dünyaya geliyor ve ona Fiko’nun çok sevdiği bir dostunun adını veriliyor. 

Kitabın başarılı yönlerinden biri, sonuna kadar kurgusal temponun hiç düşmeden devam ediyor oluşu. Fiko, Ömür Bey ve Şair Amca, özellikleri iyi oturtulmuş karakterler. Fiko’nun palavracılık, sorumsuzluk gibi olumsuz özellikleri de yargılanmadan ama zararları ortaya konularak anlatılmış. Fiko toplumsal dışlanmaya maruz bırakılmadan, büyükler tarafından nasihat edilmeden, küçük eleştirilerle, ders çıkaracak durumlar oluşturularak yönetilip yönlendiriliyor. Kendisi de eğitimci olan yazarın, bu konuda iyi bir eğitim modeli ortaya koyduğunu da söyleyelim. Bu roman, sevimli kahramanları, su gibi akan üslubuyla Ömür Bey’in fırınından gelen ekmek kokuları gibi sizi çağıracak. Kitabı eline alan sevgili okurlar, Fiko’nun hikâyesini, mor kuşağın akıbetini de merak ederek eminim benim gibi bir çırpıda okuyacaklar ve onu tanıdıklarına memnun olacaklar.

Tuba Dere, Ayraç Dergisi s.84

Ömer Açık, Benim Babam Ömür Adam, Günışığı Kitaplığı

22 Haziran 2016 Çarşamba

Gökten Üç Öykü Düştü: Acayip Bir Hediye


Son zamanlarda çocuk kitapları arasında yaptığım seyahatin duraklarından biri de “Acayip Bir Hediye” oldu. Doğan Gündüz’ün beşinci çocuk kitabı. Yazar, yalnızca çocuk kitapları yazmıyor. Kitabın başındaki tanıtım yazısında özellikle zamanın sesli tanıkları saydığı, mekanik saatlere olan ilgisinden de bahsediyor. Zaten kendisinin Osmanlı’dan bu yana alaturka ve alafranga saatleri ele alan, bu arada zaman kavramına toplumsal bakışımızı irdeleyen detaylı bir çalışması daha bulunuyor.

Kitap, gökten düşen üç elma misali çocuk, baba ve annenin dünyalarını konu alan üç öyküden oluşuyor, adını son öyküden almış; öyküler usta illüstratör Sedat Girgin tarafından resimlenmiş. İlk öykü “Odamda Neler mi Var?” da kitabın gizli kahramanı -adını bir türlü öğrenemediğimiz- küçük kızla tanışıyoruz,  kitap boyunca o bize eşlik ediyor, öyküleri onun ağzından dinliyoruz.  İlk öyküde bize odasını dolayısıyla dünyasını tanıtıyor. Biri disiplinli biri daha denetimsiz ve özgür; biri kurallara tabi diğeri kuralsız yaşamı temsil eden iki odası var. Hatta bu odalardan bir düşsel ve kurgusal diğeri gerçek olabilir ya da aynı oda içerisinde iki farklı dünyadan söz ediliyor olabilir, bu hususun ucu açık bırakılmış yani okuyucunun hayal gücüne kalmış. Odalar, çocuğun farklı ruh hâllerini temsil ediyor. İkisinde de odanın özelliklerine göre farklı ebatlarda yataklar, oyuncaklar ve kitaplar yer alıyor. Ayrıca da anne ve babanın özel eşyalarından biri çocuk tarafından odada bir yere gizlenmiş, her iki odada da çocuğun kendine ait sırları var. Düşsel odaya “babacino” gerçek olan oda “annecino” hakim (Bu adlandırmaları biraz kulak tırmalayıcı bulsam da çağrışıma açık oluşları bakımından tercih edildiklerini düşünüyorum.).

Kitaptaki öykülerin bence en orijinal yanı, anne ve babanın sosyal rollerindeki değişim, ayrıca bunun çocuk dünyasında doğal bir biçimde kabul görmüş olması. Baba evde erkek işi denebilecek –tamirat gibi- işlerle hem de daha çok kadınlara uygun görülen yemek ve çocuk bakımı gibi işlerle meşgul oluyor. Bahçede çalışıyor, ayakkabı tamir ediyor, spor yapıyor; çocuk bunların her birinin meslek olabileceğini düşünüyor ancak sonrasında hiçbirinden para kazanılmadığını fark ediyor. İkinci öykü olan “Babamın Mesleği”nin sonunda babanın aslında işsiz bir mühendis olduğunu anlıyoruz. Bu nedenle kızıyla geçirecek vakti anneden daha fazla, daha özgürlükçü ve yaratıcı; anne ise çalışma hayatı yoğun bir iş kadını.

Kitapta çocuk ve baba eksenli iki öyküden sonra üçüncü öykü anne eksenli olarak kurgulanmış. Annenin giyimi, kuşamı, alışkanlıkları ve sevdiği eşyalar iş hayatının temposuna göre şekillenmiş. Üçüncü öykü olan “Acayip Bir Hediye”de kahramanımız, “Tombik’im” diye hitap ettiği annesinin doğum günü için her zamankinden farklı bir hediye arıyor ama aklına gelen bütün seçenekleri bir şekilde çürütüyor. Sonunda bulduğu hediye hem çok yaratıcı hem de çok içten ve çocukça.

Acayip Bir Hediye’deki öyküler birbirine doğrudan değil birtakım detaylarla bağlanmış olduğundan, her biri müstakil birer öykü kabul edilebilir. Bu nedenle bir hikâye kitabı hacminde olan öyküler kolayca okunacaktır. Kitabın kurgusu, dil ve üslubundaki sadeliği, puntosu, tasarımı ve görselleri 7-10 yaş grubu çocuklar için çok uygun. Yer yer kurguya tam olarak yedirilemediği için sırıtan ayrıntılar ve doğallığı bozan ufak tefek didaktik unsurlar bulunsa da öyküler, çocuk dünyasına hitap edecek basitlikte, yaratıcı ve sıcacık. Kitabın minik okurlar tarafından beğenileceğini umuyorum.

Tuba DERE
Ayraç Dergi s.79

Acayip Bir Hediye, Doğan Gündüz, Can Çocuk Yayınları