Biz Toroslar’ın hikâyelerini Yaşar
Kemal ve Orhan Kemal’den okuduk, Akdeniz insanının dünyasına onların
kitaplarından baktık. Ben, onlar kadar güçlü bir kalem olan, çok sayıda sinema
ve edebiyat ödülünün sahibi Osman Şahin’i geç tanıdım. Oysa Züğürt Ağa, Kibar
Feyzo, Kurbağalar gibi filmlerini küçük yaşlarda izlemiş ama senaryoların onun
kaleminden çıktığını fark etmemiştim. Osman
Şahin öyküleriyle tanışır tanışmaz bir kitapçıya gittim, bulabildiğim tüm
kitaplarını satın aldım, hepsini bir solukta okudum. Bazı yazarlar böyledir, bir
öyküleriyle, birkaç cümleyle kalbinizi fethediverirler, sonra müptelası
olursunuz.

2010 yılında Günışığı Kitaplığı,
editörlüğünü Semih Gümüş’ün yaptığı “Köprü Kitaplar” adlı bir seçki hazırlamış.
Geçmişle gelecek nesil, yetişkin dünyası ile yeni kuşak gençler arasında dil,
yaşam biçimi, dünyayı algılama gibi mesafeleri aşarak bir köprü kurmayı,
gençleri edebiyatın usta kalemleriyle karşılaştırmayı hedefleyen bu proje
içerisinde Osman Şahin’in de -özellikle bu seçki için hazırladığı- bir kitabı
var: Katuna’da Dokuz Ay. Kitap, aynı yıl, Memet Fuat Yayıncılık ödülünü de
almış. Özellikle yetişkinler için yazan, güçlü kalemlerden çıkan çocuk kitapları
hep dikkat çekicidir. Öyküleme tekniğini ve üslubunu tanıdığımız yazarların,
çocuk dünyasını algılayıp ona seslenirken izledikleri yol benim için daima merak
konusu olmuştur. Çünkü mesele çocuk kitapları olunca sanatsal kaygıyı öteleyen
başka bir endişe karışıyor işin içine; eğitici, öğretici olmak. Metni didaktik
unsurlara boğmadan, edebi niteliği ve sanatsal çizgiyi koruyarak çocuk ve
gençler için yazmak oldukça zor. Bu nedenle değil midir ki, çocuk edebiyatının
güçlü eserleri parmakla sayılacak kadar azdır.
Kendisi de öğretmen olan Osman Şahin,
Katuna’da Dokuz Ay romanında öğretmen kahramanlar yaratmıştır. Birlikten
doğacak kuvvete ihtiyaç olduğundan olsa gerek, romanına tek bir öğretmeni değil
de beş genç kızı kahraman olarak seçmiş ve Katuna’da Dokuz Ay’ı, Anadolu’nun
sahipsiz köylerinde, mezralarında mezarı bulunan köy öğretmenlerine ithaf
ederek daha başlangıçta kalbimize dokunuvermiştir. Kitap, Cumhuriyet’in ilk
yıllarında yazılmış köy romanlarına benzer. Ancak köye ve yöre insanının yaşam
biçimine tepeden yahut kuş bakışı değil, anlamaya çalışan bir tavırla yaklaşır;
umutlu, yapıcı, aydınlık, içeriden bir bakıştır bu. Özellikle romanın
anlatıcısı Selma’nın sözlerinde Çalıkuşu Feride’nin idealizmine benzer bir
ışıltı sezeriz. Eserde öğretmenlik, eğitimcilik tesadüfen edinilmiş bir meslek
değildir. Yalnızca okulla, öğrencilerle sınırlı kalmayan; ailelerin, kadınların
yetişmesine önem veren, halkın yaşamını değiştirmeye çalışan eğitim anlayışı, olayların
geçtiği döneme ait bir düşüncedir ve eğitim enstitülerinden yetişmiş eğitimcilerin
yaklaşımı bu yöndedir.
Katuna’da Dokuz Ay gerçek bir hikâyeden
yola çıkılarak yazılmış, 1966 senesinde Adana Yatılı Öğretmen Okulu’ndan mezun
olup Mardin’in Katuna adlı köyüne atanmış, beş genç kızın öyküsünü
anlatmaktadır. Romanın anlatıcısı Selma ile arkadaşları Tülay, Nebiye, Emine ve
Zübeyde Katuna’ya geldiklerinde henüz 17 yaşındadırlar. Burada hayatlarında ilk
kez gördükleri köy yaşamından öte onları zorlayacak bir ilkellikle, katı
kuralları olan geleneklerle, cehalet ve tembellikle karşılaşırlar. Savaşıp
değiştirmeleri gereken bir yığın şey vardır. Köylülerin, beslenme, barınma ve
temizlik gibi temel ihtiyaçlarını gidermekle ilgili sorunları olduğunu
görürler. Yolu bile olmayan bu köyde; tuvaleti, banyosu olmayan köy evlerinde
kötü koşullar nedeniyle ölümler de yaşanmaktadır. Hem aşiret ağalarının baskısı
altında hem de aşiretler arası gerginlikten ötürü ezilen halk, geri kalmışlığa
mahkum edilmiştir. Mutsuz, gülümsemesiz, yoksul insanlardır Katunalılar,
özellikle Katuna’da kadınlar. Daha fenası cahildirler.
Genç öğretmenler, henüz köye
gelmeden yolda, sıkıntılarla karşılaşıp gerçeklerle yüzleşmeye başlarlar. Onları
köye getiren Kadir Amca “Çektiğiniz rezilliğin hakkını verin. Vatana millete
yararlı olun!” diye bir tembihte bulunup gider. Kızlar, ailelerle yakınlık
kurarak öğrencilerin ev hayatını gözlemleyip sorunları yavaş yavaş tespit
ederler. Aşiret ağaları tarafından kabul görüp benimsenmeleri Katuna’da
işlerini kolaylaştırır. Zamanla köy yaşamı içerisinde yaşanan acıları birer
eğitim fırsatına çevirip hizmete dönüştürürler. Köyde onlar sayesinde her eve ayrıca
da okula “hela”lar yapılır, kadınların yıkanma yerleri düzgün ve korunaklı hâle
getirilir. Kar, yağmur yağdığında çamur ve balçıkla dolan köy yoluna taş
döşenir. Aldıkları tedbirlerle çocukların salgın hastalıktan kurtulmasını
sağlarlar. Genç kız ve kadınlara örnek olmaya, biçki dikiş kursu düzenleyip
onları temizlik, sağlık, eğitim gibi konularda bilinçlendirip bilgilendirmeye çalışırlar.
Aşiretler arası barışın sağlanmasında rol oynarlar. Onlar bir bakıma köyde
devleti temsil ederler, köylülerin ilçe, kaymakamlık ve jandarma ile iletişimi sağlarlar.
Sonunda köylüler öğretmenlerine minnettarlıklarını onlar adına bir anıt
yaptırarak gösterirler.
Romanda beş arkadaş, nerdeyse
aynı kişiliktedirler, birbirlerine çok benzerler, hep birlikte hareket ederler.
Aralarında çatışma ve görüş ayrılığı yok denecek kadar azdır. Zaman zaman görev
ve sorumluluklarının sınırı konusunda tereddüte düşerler. Hepsi yaşamın pratiklerine
dair bilgi sahibidirler. Onlar da gençtir ve kıt imkânlarda yaşamaktadırlar
ancak taşıdıkları sorumlulukla birden büyüyüp olgunlaşırlar. Roman, seslendiği
okur kitlesinin(özellikle 12-18 yaş aralığı denilebilir) düzeyi göz önüne
alınarak kurgulanmış olduğundan kahramanlar, fiziksel ve karakteristik olarak
derinleştirilmemiştir. Yalnızca eserin mesajına hizmet ederler. Romanın genel
teması genç öğretmenlerin köydeki cehalet ve tembellikle savaşmasıdır. Ancak kurguda
kahramanların iç dünyasındaki çatışmalara yer verilmediği gibi dış dünya ile
yaşanan çatışma da çok gerilimli bir seyir izlemez. Kızlar, önce aşiret
reislerinin, çocuğunu okula gönderen ana babaların, sonra da tüm değişimlere
atalarından böyle gördükleri gerekçesiyle karşı çıkan köylülerin saygısını
kazandıklarından mücadele ettikleri olaylarda çabuk başarıya ulaşırlar.
Eserde eşyası ve düzeni ile köy
evleri; kışı, güzü, baharıyla Katuna tasvir edilerek gözler önüne serilir.
Osman Şahin öykülerinin aşina coğrafyasıdır bu. Masallardan, efsanelerden
beslenen bir nefes bu kitaba da hayat verir. Kadınların boncuklu, muskalı saç
örgüleri, giysileri(yazar “giyit” demeyi tercih ediyor), genç öğretmenlerin dağ
yolculuğu, mağaralarda yaşayan insanlar, Hamu’nun, büyük sakal Şeyh Pulan’ın,
Livaze ile Nihat’ın hikâyeleri diğer Osman Şahin öykülerinin büyülü, masalsı
havasını bu romanda da estirir. Kitaptaki tüm bölümler özel adlar almıştır ve müstakil
bir öykü tadındadır.
Öğretmen olsaydım bu kitabı
öğrencilerimin okuma listelerine dâhil ederdim. Okurken kitaptan bazı
bölümlerin özellikle Türkçe ders kitaplarında yer alabileceğini de düşündüm.
Ayrıca Katuna’da Dokuz Ay dil, üslup ve derinlik bakımından hitap ettiği okur
kitlesine uygun hazırlanmış bir gençlik romanı olsa da yetişkinler tarafından
okunup sevilecek kadar içten, sıcacık bir eser.
1966-67 yıllarından bu güne o
coğrafyada elbette pek çok şey değişmiştir. En azından artık elektriği, suyu
olmayan köy kalmamıştır. Ancak hâlâ çok eşlilikten, küçük yaşta evlendirilen
kız çocuklarından, aşiret kavgalarında dökülen kandan söz ediliyor. Fakat asıl
acı olan şudur ki kendi kabuğuna çekilip daha bireysel yaşamayı seçen, yeni dünya
insanı toplumdaki bu sorunları çözmek konusunda artık eskisi kadar sorumluluk
hissetmemektedir. Genç, yaşlı pek çok eğitimci artık omuzları üzerinde bu tarz yükler
taşıyabilecek durumda değil. Osman Şahin’in romanının en dikkate değer yanı da burasıdır:
Bu kitapta gençlere artık onların dünyasında önemini yitirmiş, belki de tamamen
silinmiş ideallerden bahsedilir. Katuna’da Dokuz Ay, ışıltılı bir geleceğin
ancak idealist gençler sayesinde kurulabileceği mesajını taşır; dün ile bugün,
köy ile kent, eski ile yeni arasında köprülerin nasıl kurulacağını ve yarının daha
iyi nasıl inşa edilebileceğini hepimize tarif eder.
Osman Şahin, Katuna'da Dokuz Ay, Günışığı Kitaplığı
Osman Şahin Hoca'mın hürmetle ellerinden öpüyorum.
Tuba DERE / Ayraç Dergisi 73.sayısı