18 Ağustos 2015 Salı

Mazi İmha Merkezi yahut Aşk Bozan


Seveceğimi bile bile ertelediğim kitaplar ve yazarlar olur. Keşfedilmek için özel zamanları beklerler. Çünkü okumanın yaşama ve koşullara denk düşen, kısmet gibi bir zamanı vardır. Üstelik bir yazarı anlamak için tek bir kitaptan bakmak da yetmeyebilir.

Bir süre önce Nermin Yıldırım’ı ITEF etkinliklerinde “zaman, algı, bellek” konulu bir söyleşide görüp tanımıştım. Henüz hiçbir kitabını okumadığım için onu, yazısının cahili bir merakla dinlemiş,  sohbetinden sızan kıvrak zekâyı sevmiştim. Genellikle bu ilişki tam tersinedir. Kitaplarla tanışıp yazara gidilir ama çok defa okurun tasavvuru ile yazarın gerçeği örtüşmez. Oysa bir yazarı tanıyıp kitaplarını okuma isteği duymak, görüp sevdiğimiz bir dünyanın yazıdaki iz düşümünü izleme isteğidir ve çok defa bizi yanıltmaz.

Nermin Yıldırım’ın okunacak dağlar gibi kitabın arasında seçilip gelen son romanı yazısıyla tanışmak için pek de güzel bir fırsatmış.

Bir aşk acısının, ayrılığın ilk günlerindeki sancının muhteşem tarifiyle karşılar bizi Unutma Dersleri. Mesele sinema ve edebiyatta sıklıkla yer bulmuş “unutmak”  kadar tanıdık bir konu, ilk cümle “Size öyle bir hikâye anlatacağım ki, anlatacaklarım bittiğinde, öğrendiklerinizin bir kısmını unutmak isteyeceksiniz.” gibi klişe bir iddia olunca bencileyin meraklı okurların zihninde birtakım önyargılar oluşabiliyor, hâliyle. İlkin Yedi Peçeli Efsanesi’ndeki gibi sevgili imgesinde bir çözülme,  Irvin Yalom’un “Aşkın Celladı” öyküsünü hatırlatan bir çözümleme beklentisiyle okumaya başladım.  Hatta kurguya kendimce bir rota bile çizdim. Ama üzülmeyin, yanıldığınızı anlamanız uzun sürmüyor. Çok söz söylenmiş konular hakkında yazmak, hep aynı seslerde gezinmek, başkalarının söylediklerinden öteye geçememek gibi riskler taşır. Ancak Unutma Dersleri’nde kurguya katılan, üzerinde epey çalışılmış psikolojik ve felsefi derinlik onu bu tehlikeden koruyor.

Kitabın ilk sayfasında, acısıyla kalbimizi alıp yerlere çalacağını zannetsek de şeker şerbet dili, kendisiyle ve hayatla eğlenmeyi bilen insanların muzipliği ile ciğer parçalamaktan çok yüzümüzü tebessümle dolduran hâlleri var, yazarın. Daha doğrusu öyküsünü kendi dilinden bize aktaracak olan Feribe’nin. Zaman zaman cüretkâr bir dille anlatır başından geçenleri, alaycılığını dil uzattığı her yere bulaştırır, acısını gülerek hafifletenlerdendir, belli ki… Okuma serüvenimizi eğlenceli bir yolcuğa dönüştürür.

Bir bankacı olan Feribe, hayatın beklenmedik süprizleri sonucu kendini yasak bir aşk hikâyesinin ortasında bulmuştur. Rüyâ kısa sürmüş, henüz çizgiden çıkmanın heyecanı, kaygıları, şaşkınlığı içindeyken hikâye bitmiş, geride keskin bir acı ve ağır bir suçluluk duygusu kalmıştır. Ayrılığın sevdaya dâhil yanı onu zorlamaktadır. Çünkü akıl gerçeğe, kalp rüyâya inanır. Akıl hakikati kolay kabul eder de kalbin ikna olması zaman alır. Rüyâ ile gerçek arasındaki mesafe bazen çok açılır ve zemin farkı birinden diğerine geçişi iyice zorlaştırır.

Okuyucu romanda olayların akışını aşk değil, ayrılık noktasında izlemeye başlar, Feribe’nin hikâyesini onun hatırladıkları ya da unuttukları arasında dolaşırken öğreniriz. Onun hafıza koridorlarındaki gezintimizi Mazi İmha Merkezi’nde alacağı önce hatırlama, sonra unutma temalı dersler sayesinde yaparız. Romandaki diğer kişiler ikincil rollerde olduğu için bütün işleniş Feribe üzerinedir. Meselâ kurguda, aşk acısından yola çıkılmış gibi görünse de kitapta sevgilinin neredeyse esamesi okunmaz. Hatta acılı âşık Feribe bile sevgilisi Nedim’in karmaşık, uzun kirpiklerinden başka bir şey hatırlamaz, desek yeridir.

Zaman zaman hafızası kıt balıklar gibi acı veren hatıraları unutmayı kim istemez? Unutmak isteğinin temelinde birkaç sebep vardır. Yitip gitmiş tüm güzel anlar zehirlidir, özlemek yüzünden hayatın sularına acı karıştırır. Bazen boş bulunur insan, bu yüzden hayatımız, lüzumsuz insanlar, başımıza gelmiş uğursuz olaylarla doludur ki hatırlamak bile istemeyiz. Hataları, utançla andığımız olayları, hiçbirini…

Unutmak dediğimiz şey, esasen önemsemekten kurtulmak arzusudur. Romanda Feribe’nin de ayrılık acısı henüz tazedir, hayatın bilindik yollarından çıkmış ve ezberlerini bozmuştur. Hata yapmayı kendine yakıştıramayan, mükemmeliyetçi insanların kaygılarını taşır. Duyduğu utanç sebebiyle yaşadıklarını dostları ve yakınlarıyla paylaşamaz. Acı tarafından tüm dengeleri altüst edildiği için eski rutin, sıkıcı ama düzenli, alışıldık yaşamına da dönemez. Kabahat dolu bu hakikat, doktora tedaviye gitmiş bir hastanın deva umudu gibi ancak hiç tanımadığı ve bir daha asla karşılaşmayacağı yabancılara anlatılabilecek cinstendir. Çaresizlik onu, tesadüfen karşısına çıkan Mazi İmha Merkezi’ndeki derslere ve yaşayacağı yeni maceralara sürükler.

İlk bakışta kişisel gelişim merkezlerine benzeyen Mazi İmha Merkezi, -bana çocukluğumuzun uzay çağı filmlerindeki mekânları anımsatan- teknolojik donanıma sahip, bilimsel verilere dayanılarak hazırlanmış, danışanlarına hafıza temizleme hizmeti sunan bir yer olarak tarif edilir. Biz de Feribe ile MİM’den içeri adımımızı atarız. Aşk acısı çeken biri olarak orta yoğunluklu travmalar bölümünde ders alacaktır Feribe.  Onu saran merak, bizim de yakamızı bırakmaz. “Malumat” departmanında başlayıp “Son Karar” departmanında çözülecek bir sırra kadar yaşanan tüm serüvende bizi kurgunun içinde tutar. Zaman zaman şaşkınlıklar alır, merakın yerini. Zaten MİM çok iyi kurgulanmıştır. Feribe’ye MİM yolculukları sırasında eşlik eden yakışıklı lordtan, katlara çıkaran asansörün müziklerine,  derslerin yol göstericisi “Ses”in anne şefkatinden, “Biz bize paketi”ndeki Mehpare’ye kadar tüm detaylar kurguya bir yapboz parçası gibi hizmet eder.

Gerçek birçok yüzlüdür. Sonunda yapboz tamamlanacaktır. Ayrıntıları görebilmek için önce Feribe’nin annesinin öyküsünü hatırlamasını beklememiz gerekir. Sonra bankada yaşanan hırsızlık olayı için Süheyla’nın, Feribe’nin eşi Vedat’ın bildiklerini öğrenmek için Selim’in hafiyeliğine ihtiyacımız olacaktır. Feribe “Son Karar” departmanına gittiğinde şaşkın Şinasi’nin sesini işitip girmesi yasak olan odalara dalınca MİM’in verdiği özel “çivi çiviyi söker” hizmetinden de haberdar oluruz.  Romanın son bölümünde yüzleşmeler peş peşe sıralanır. Meşhur Truman Show’un kurmaca dünyasını hiç aratmayan, insanların mutsuzlukları ve umutları üzerinden para kazanmayı iyi beceren, para tuzağı MİM’in de cilası dökülür, her şey anlaşılır. Ortaya çıkan gerçekler aslında yaralayıcıdır.
Romanda bizi ruhsal çöküntüye uğratan travmaların görünen ya da karanlıkta kalan yüzleri irdelenirken aşk, aile, evlilik, namus, sadakat, dostluk gibi kavramların da soruşturması yapılır. Aşk acısı giz dolu bir ıstırabın üzerini örter. Hayatta da öyle değil midir? Su yüzüne çıkanlar, derindekilerin hem habercisi hem de perdesi olur çok defa. Hatırlamak bir nevi kendiyle ve geçmişiyle barışmaktır. Unutmaksa her şeyi olduğu gibi kabullenmek…

Romanın sorguladığı konular arasında gerçek de yer alır. Nedir gerçek? Hatırlanan mı yaşanmış olan mı? Hatırlamak yaşadığını ispatlamaktır. Hatta insan hatırladığı ve hatırladıklarından anladığı kadar yaşar. Yaşamın iyi ve kötü tortusu hafızada birikir. Hafızanın zaman içerisinde “unutmak”, tavsatmak gibi kendini temizlenme yöntemleri vardır, elbette.

Bir gün hiç beklenmedik bir zamanda her şey birbirine karışabilir, acılar zihni parçaladığında bütünlük duygusu bozulur, hafıza geçmişe ait gerçekleri başka türlü kodlayarak saklamaya girişir, hastalık baş gösterir ve algı, gerçeği yeniden şekillendirir. Bizi yanıltmakla kalmaz, kandırabilir. Asıl acı olan böyle durumlarda iyileşmek için çok derinlerdeki gizli acılara temas etmek mecburiyetidir. Feribe’nin hikâyesini okuduğumuzu sanırken kendi hikâyemize de açılan kapılar buluruz. Roman işte tam buradan çarpar bizi.

Baştan sona satır satır altı çizilecek cümleler var, kitapta. Hayatın içindeki olayları meraklı bir öykü okumuş da ana fikrini arıyormuş edasıyla izleyen, yaşamdan türlü türlü dersler çıkarmayı seven okurların bayılacağı “iri kıyım laflar”la dolu. Cümlelerin altını çize çize defalarca üstünden geçebilirsiniz. Zaten yazar da zaman zaman söylemek istediklerini sezdirmek yerine doğrudan göstermek ister. Bir çeşit alt metin kılavuzluğuna girişmiş gözükmektedir. Altı çizilecek cümlelerle metnin mesajlarının altını çizer. Böyle bir dile getirme kaygısı roman için zaaf kabul edilebilir. Ancak bu sözler boşlukta sallanan vecizeler değildir neyse ki, içleri doludur. Olaylarda karşılıkları mevcuttur. Okurlar arasında Unutma Dersleri’nden notlar olarak pekâlâ kabul görebilir.

Bu günlerde Unutma Dersleri’ni okuyacaksanız;  biri sizi uçurumun kenarına çağırıp aşağıya bakmanızı isteyecek hazırlıklı olun, derim. Korkmayın, aşağı düşmeyeceksiniz. Yanınızda küçük bir defter bulundurun, kendinizce notlar alacaksınız. Peş peşe gelen şaşırtmacaları, okuma isteğinizi kamçılayan tatlı ironisi sebebiyle kitabı elinize alınca zor bırakacaksınız. Toplu taşım aracı gibi kalabalık mekânlarda da okumaya devam ederseniz, şaşkın bakışların hedefi olacaksınız. Çünkü yüzünüzde açan tebessümü saklayamayacaksınız.

Unutma Dersleri/ Nermin YILDIRIM
Doğan Kitap/2015

Fotoğraf Fatmagül Okutan

Tuba DERE- Ayraç Dergisi, s. 69

Unutma Dersleri müziklerinden Işıl German-Aşkın Kaderi 1976