Çocukluk çağlarının en güzel
zaman dilimi hiç kuşkusuz yaz tatilleridir. Çocukların, arkadaşları ve akraba
çocuklarıyla bir araya geldikleri, okulla ilgili sorumluluklardan sıyrılarak
gönüllerince oynayıp eğlenebildikleri tatillerin tadı asla unutulmaz. İşte
böyle, adı üzerinde, yükü ve sorumluluğu temsil eden “çanta”dan kurtulunmuş,
özgürce yaşanan bir yaz tatilini anlatıyor Behçet Çelik’in ilk çocuk romanı Çantasızlar
Kampı. Başındaki ithafa bakılırsa yazar, romandaki bazı hikâyeleri birkaç
çocuktan ödünç almış ama kitabın konusu biz yetişkinler için bile ilgi çekici.
Romanın kahramanı olan beş
afacanı yaz tatilinde bir araya getirmek, akrabaları olan Ufuk Amca’nın fikridir.
Onlarla ilgilenmenin güçlüğünü ve çocukların bir araya geldiklerinde birer
canavara dönüşebileceğini bilen ebeveynler onun bu fikrine itiraz etse de Ufuk,
bu tatil planında kararlı ve isteklidir, ne kadar isabetli bir karar verdiğini
de zaman geçince daha iyi anlar. Çocuklar farklı ailelerden gelirler. Kerem’le
Defne yani ikizler Almanya’da yaşamaktadır, bu kamp onların yaz tatili için
Türkiye’ye geldikleri zamana denk getirilir, dolayısıyla ikizler, aynı zamanda Ufuk
ve ailesinin yatılı misafiridir. Vedat ve abisi Baran ayrıca Zeynep de Ufuk’la
aynı şehirde yaşamaktadır. Onlar da Ali Dede’yle Ayşe Nene’nin evine gündüzleri
misafir olurlar.
Ufuk, ilk günlerde çocuklara,
grup ruhu kazandırmak için, birlikte bir ad bulmalarını önerir. Çocukların isim
arayışları bile oyunlarında olduğu gibi çatışmalara neden olur. Sonunda Ufuk’un
teklifi olan, “Çantasızlar” adı hepsi tarafından benimsenir. Çantasızlar henüz
yolun başında bir kedi kurtarma operasyonuyla, gruptaki dayanışmanın ve beraberlik
ruhunun farkına varırlar. Gün boyu birlikte olan çocuklar, önceleri bilgisayar
oyunlarıyla ilgilenip her şey için tartışırlar, hatta bu tartışmalar içlerinden
birinin ağlamasıyla sona erebilir. Çünkü çocuklar aralarında cinsiyet ve yaş
ayrımının keskin olduğu yaşlardadırlar. Ancak daha sonra Akif Dede’nin evini ve
bahçesini keşfetmek onların gündemini değiştirir.
Akif Dede mahallede, metruk bir
apartmanda tek başına yaşayan; evi, bahçesi ve kendisi kimsesiz kalmış bir
ihtiyardır. Çocuklar için apartmanlar arasında bulunan bir cennet gibidir onun
bahçesi. Hele evinin karşısındaki boş daire, kısa sürede Çantasızlar için
“yuva” adını verdikleri bir oyun mekânı hâline gelir. Ama apartmanın diğer
sahipleri orasının yıkılıp yerine büyük bir bina yapılmasını istemektedir,
çocukların gidip gelmesinden rahatsızlık duyarak boş dairenin kapısına bir süre
sonra kocaman bir asma kilit vurur, dahası çirkin oyunlar oynarlar. Bu durum
karşısında hayal kırıklığına uğrayan ve üzülen afacanlar, hep beraber Akif
Dede’nin sorununa odaklanıp üzerinde kafa yormaya başlarlar. Asıl aralarındaki
kaynaşma bundan sonra gerçekleşir ve heyecan burada başlar. Geçen süre zarfında
çocuklar, birlikte oynamaya ve sorunlarını çözmeye de alışırlar. Yaratıcılık ve
cesaretleri sayesinde durumla ilgili çözüm arayışları elbette sonuçsuz kalmaz,
sürekli yeni fikirler üretilir, bu arada Çantasızlar’a en büyük yardım da
çocukların en iyi arkadaşı kedilerden gelir. Korkusuzca atıldıkları macerada
çocuklar Akif Dede’nin yeğeniyle aralarındaki gerginliğin giderilmesini ve evle
ilgili isteklerinin gerçekleşmesini sağlarken, ağaçları, bahçeyi, çocukça
düşleri de insan ve değer öğüten çarkların dişlilerinden kurtarmış olurlar. Bu,
çocuklar için unutulmaz bir deneyimdir.
Emanet çocukların tehlikeli
sularda dolaştığını öğrenen Ufuk, bir yetişkin olarak telaşlansa da çocuklardan
öğrenilecek çok şey olduğunu bilir neyse ki. Bazen bir yetişkin kadar olgun ve
akıllı olan Çantasızlar bazen de çocuk olduklarını kimseye unutturmayacak kadar
çılgın davranabilirler. Her an yeni bir şeyle Ufuk’u ve diğer büyükleri
şaşırtmaktan geri kalmazlar. Oyunları, aralarındaki tartışmalar, adalet
anlayışları, grupça belirledikleri kurallar ve yaptırımlar, bunlara uymayana
kestikleri ceza, sorunlara yaklaşım biçimleri hep yetişkinlere ders verecek niteliktedir.
Yaratıcılıkları sayesinde kolayca kendilerine göre bir dünya yaratabililer, bir
anda bir evcilik hatta bir kovboy filmi senaryosu yazıp oynayabildiklerini
görürüz romanda. Yazar, çocukların dünyasına Ufuk Amca’nın gözünden bakarak
yetişkinlerle çocukların sorunlara yaklaşımındaki farklılıkları ortaya koyar.
Birkaç dakika önce yapılmış hararetli bir tartışma yahut kavga çocuk
dünyasında, biraz sonra oynanacak neşeli bir oyuna engel değildir. Çocuklar
küslüklerin üzerinden atlayıp yola devam edebiliyorlar, Ufuk da bu nedenle ara
sıra “Keşke büyükler de…” diye başlayan cümleler kuruyor.
Çantasızlar Kampı’nda dur durak
bilmeyen çocuklukla yavaşlayan yaşlılık arasında bir ilişki ağı kurmuş Behçet
Çelik. Hepimizin hasret duyduğu çocukluğumuza yüzünü dönerek eskilerle yenileri
buluşturmuş. Romanda Akif ve Ali Dede’ler, Ayşe Nene, Ufuk ve çocuklar
üçgeninde üç kuşak bir araya geliyor. Kuşaklar birbirlerinin hayatlarına,
sohbetlerine tanık oluyorlar, aradaki mesafe kayboluyor. Ufuk, yaşlılarla çocuklar
arasında köprü vazifesi görüyor. Çocuklar yetişkinlerin sevgi, anlayış ve
hoşgörüsüyle kuşatılıyorlar; bu sayede kendi dünyalarının güzelliklerini,
renklerini ve zenginliklerini ortaya koyup adeta büyüklere bir hediye gibi
sunuyorlar. Bu nedenle Çantasızlar Kampı içimizi ısıtıp ruhumuzu ışıtıyor.
Bir yetişkin yazarı olan Behçet
Çelik’in çocuklar için yazarken de başarılı olabileceğini gösteriyor bu ilk
roman. Yazar kendine özgü bakışı, dili ve hikâye etme metoduyla, “çocuğa
göre”liği iyi harmanlamış. Bence Çantasızlar Kampı’nı sadece çocuklar değil, yetişkinler
de okumalılar. Zira birlik, beraberlik, barış ve dostluk adına çocuklardan
öğrenilecek ne çok şey var.
Tuba Dere
Ayraç Dergisi s.87'de yayınlanmıştır.
Behçet Çelik, Çantasızlar Kampı, Günışığı Kitaplığı
Tuba Dere
Ayraç Dergisi s.87'de yayınlanmıştır.
Behçet Çelik, Çantasızlar Kampı, Günışığı Kitaplığı