#ömeraçık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#ömeraçık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2017 Salı

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar ve İşe Yaramaz Sanılan İşler

Öncekilerden biliyorum, Ömer Açık kitaplarını okumak, tabiri caizse çekirdek çitlemek gibi, bir başladı mı elinizden bırakamıyorsunuz. Şöyle bir göz atayım diye ilk sayfayı çevirseniz, bakmışsınız ki kitabın sonu gelmiş hatta bittiğine üzülüyorsunuz. Yazarın yeni kitabı “Montsuzlar’ ı da aynı biçimde okudum, hem bir solukta hem heyecanla hem de gururlanarak ve gözlerime doluşan yaşları kovarak.

Tam, toplumda artık birey olduğunu ifade etmek isteyen gençlere göre bir roman Montsuzlar. Ömer Açık’ın diğer kitapları Menekşe İstasyonu ve Benim Babam Ömür Adam’a göre daha büyük yaşta okurlara hitap ediyor. Kitabın kahramanı Veysel, liseye yeni başlamış; Adana’da on yıldır, otoriter ve disiplinli yönetimiyle, iyi bir eğitim kurumu olarak tanınan Yunus Emre Lisesi’nde dokuzuncu sınıf öğrencisi. Yunus Emre Lisesi ise bu otoriter eğitim düzenini, öğrenciler arasındaki lakabıyla İbili’ye yani okul müdürü İbrahim Demirdöven’e borçlu.
Veysel’in ailesi Eşiyok’lar, iş yaşamında sürekli sorunlar yaşayan, doğru söylediği ve dürüst davrandığı için dokuz köyden kovulup “sürgün” edilen baba Eşiyok yüzünden şehir şehir dolaşmak zorunda kalmış. Adana’ya da üç yıl önce sürülmüşler. Mühendis olan baba Eşiyok ile şehir içi otobüs şoförü anne Eşiyok’un Veysel’den başka iki çocuğu daha var; Sevim ve Elif. Akşamları tüm aile, bir masa etrafında toplanıp çekirdek çitleyerek Sevim’in deyimiyle Çekirdek Terapi seansları sırasında sohbet edip dertleşiyor.

Yunus Emre Lisesi’nin şehrin her yerinde tanınmasının bir sebebi daha var; öğrencilerin giydikleri, okul tarafından dağıtılan, armalı montlar. Sene başında -her yıl olduğu gibi- dokuzuncu sınıflara verilecek olan montların dağıtımı sırasında, alfabetik sıralama yüzünden yaşanan adaletsizlik, romanın kahramanı Veysel’i dönem sonunda okulun da kahramanı yapıyor. Montsuzlar bu sürecin hikâyesi ve kitap adını buradan almış. Olaylar, mont alamayan öğrencilerden biri olan Veysel’in bütün sıralamaları kendisine göre yaptığımız, esasen hiçbir mantıksal nedene dayanmayan alfabetik sırayı sorgulamasıyla başlıyor. Harfleri böyle bir sıralamayla birbirinin peşine takmak kimin fikriydi acaba? Veysel ve arkadaşı Yelda düştükleri haksız duruma itiraz etmek niyetiyle okul müdürü İbrahim Bey’le görüşüyorlar ancak İbili’yle yaptıkları konuşma, beklentileri sadece anlaşılmak olan çocukları hiç de tatmin etmiyor, bilakis otoriteyi enselerinde hissetmelerine neden oluyor. Baskı, maruz kalanlar için gayrı meşru yolları bile meşru kılar. Birkaç hafta sonra söz konusu itiraz, tüm sınıflara gizlice dağıtılan bir “bildiriye” dönüşüyor. Bildiriyi yazıp duvar panolarına asarak düşüncelerini özgürce söylemek ve bir tartışma başlatarak eğlenmek isteyen Veysel’i tespit etmek okul idaresi için çocuk oyuncağı. Bu olay üzerine rehber öğretmen Ayla Hanım, olayın büyüyüp uzamamasını engellemek amacıyla Veysel’i kütüphanede sıkıştırıp tehditkâr bir konuşma yapıyor.

İnsanların özgürce düşüncelerini ifade edemediği bir ortamda herkes konuşmak, en azından uğuldaşmak için gözü pek birinin öncü olmasını bekler. Yunus Emre Lisesi’nde de ilk adımı atma cesaretinin gösterilmiş olması, olgunlaşarak patlama noktasına gelmiş, otoriteye karşı direncin ortaya dökülmesine sebep oluyor. Delinin kuyuya attığı taş yok sayılsa da suda yarattığı haleler genişliyor. Veysel’in başlattığı hareket, kartopu etkisiyle büyüyor,  öğretmenler ve öğrenciler arasında delikanlıyı gizli ya da açıktan destekleyenler çıkıyor. Veysel’in yazısından kısa bir süre sonra sınıf panolarına ve okulun birçok yerine yeni bildiriler, Aziz Nesin’in “Çocuklarıma” ve Can Yücel’in “El Tutuşa Tutuşa” şiirleri asılıyor. Okul idaresi içinse olanlardan sorumlu tutulacak tek kişi var: Veysel. Oysa kulüplerde yapılan etkinlikleri, başlatılan imza kampanyasını, münazarayı kısacası olup bitenleri Veysel de şaşkınlıkla ama bir yandan da düşüncelerinin başkaları tarafından paylaşılmasının gururuyla izliyor. Bu arada alfabetik sıralama mağduriyeti, okul takımlarının ve halk oyunları ekibinin okullar arası yarışmalarda son sıralarda yarışmaktan ötürü başarısız oluşlarıyla da yeniden gündeme geliyor. Okulda yaşananlar esasen Veysel’i olgunlaştırıyor, toplumda hakkını savunmanın ve düşüncelerini açıkça söylemenin bir bedeli olduğunu fark ediyor, sürekli şehir değiştirmelerine neden olan babasını yıllardır gereksiz yere suçladığını anlayarak ona hak vermeye başlıyor. Öğrencilerin çoğunluğu tarafından benimsenen, ifade özgürlüğü mücadelesi farklı biçimlerde sürerken esas taşı gediğine koyacak hamle yine, Edebiyat Kulübü’nün çıkardığı okul dergisi Donkişot’a zehir zemberek bir yazı hazırlayan Veysel’den geliyor. Geçmişte olduğu gibi bugün de mücadeleyi gençlerin kazanacağını, onların kazanmasının yetişkinler adına kazanç olacağını aslında okul müdürü İbrahim Bey de biliyor.

Akıcı üslubu ve sağlam kurgusuyla okur gönlünü çarçabuk fetheden Ömer Açık’ın bu romanının da sıkı bir çalışma ürünü olduğu ortada. Kitabı okuyanlar, eminim iyi huylu, aslan yürekli Veysel’i pek sevecekler. Montsuzlar -bildirilerde yer alan şiirlere kadar- detaylarıyla ustaca işlenmiş bir roman. Kurgusal dönemeçler okuyucu üzerinde etki yaratacak biçimde hazırlanmış. Metnin mesajlarına hizmet edecek Çağlar Öğretmen ve baba Ekşiyok gibi karakterler, mücadeleci kişilikleriyle ele alınmış. Veysel’in duygularıyla ilgili anlatımlar, öğrenci gruplarının başlayan hareketi benimseyiş biçimi ve tepkileri bir eğitimci olan yazarın iyi bir gözlemci olduğunu ve ergen psikolojisinden de iyi anladığını gösteriyor.


Montsuzlar, aile içi ilişkilerde ve okulda dayanışma, adalet, disiplin, ifade özgürlüğü gibi kavramları sorguluyor. Hatta yazar bir ara projektörü okul kütüphanelerinin durumuna ve bunlardan yararlanan azınlığa bile çeviriyor. Eşiyok’larla demokratik ve ideal bir aile modeli ortaya koyulmuş. Otoriter tavrın tüm katılığına rağmen kitaptaki okul ortamının, idareci, öğretmen, öğrenci ilişkilerinin de gerçek hayattakinden daha medeni olduğunu burada belirtmeden edemeyeceğim. Uzun lafın kısası Montsuzlar, keyfi sebeplerle konulmuş, benimsenip kabul gördüğü için de sorgulanmamış kuralları gözden geçirmemize sebep olacak, gençlerin ve yetişkinlerin zevkle okuyacakları bir roman. Bu romanı içinde bir Veysel taşıyan herkes mutlaka okumalı. 

Tuba Dere, Ayraç Dergisi s.89'da yayınlanmıştır.

Montsuzlar, Ömer Açık, Günışığı Kitaplığı

21 Kasım 2016 Pazartesi

Ömür Adamın Oğlu Fiko


Yıllardır kargo paketlerini ve mektup zarflarını, içerisinden beni sevindirecek güzel şeyler çıkacağını umarak açarım. Son zamanlarda pek öyle sürprizlerle karşılamasam da bir umut işte… En zevklisi kitap ve dergi kargolarını açmak tabii. İçerisinde ne olduğunu bilseniz bile okumadıkça aslında bilemezsiniz. Yine heves ve heyecanla açtığım bir kargo paketinin içinden çıktı Ömer Açık’ın “Benim Babam Ömür Adam” kitabı. Ömer Açık adını yeni duyduğum bir yazar, Günışığı Kitaplığı’ndan yayınlanan bu ikinci kitabı.

Benim Babam Ömür Adam, bir kere dış görünüşüyle kalbimi fethetti. Kapak görseli ve tasarımı, başarılı illüstratör Sedat Girgin’e ait. Yazı karakteri, punto, baskı ve kâğıt kalitesiyle beraber Günışığı Kitaplığı’nın kitap ebatlarını çok beğendiğimi de belirteyim, bu sevimli kitaplar okuma iştahını kabartıyor insanın.

Bir çocuk kitabı elimin altında olur da durur muyum, hemen Fiko’yla tanıştım, merakla sayfaları karıştırırken bir de baktım ki okumaya başlamışım bile. Zaten Ömer Açık’ın okuru kitaba çeken oldukça akıcı ve sevecen bir üslubu var. Hele çocuk dünyasına ve diline uygun tasvirleri; insana yağmuru, çiçekleri, güneşi, kedileri sevgiyle kucaklatıyor.

Komik bir çocuk Fiko, asıl adı Fikri ama herkes ona kısaca böyle sesleniyor. Sekiz buçuk yaşında, ikinci sınıfa gidiyor. Yakında bir de kardeşi olacak. Diğer çocuklardan ne eksiği ne fazlası var Fiko’nun. Sadece okuma yazmayı ve konuşmayı biraz geç öğrenmiş. Öğrenmiş ama bir daha hiç susmamış. Bazen çok boşboğaz oluyor, palavralar atmayı, bire bin katarak anlatmayı seviyor. Tuhaf oyunlar, şakalar icat etmekte üstüne yok, mesela rüzgâr kovalamaya bayılıyor. Kendi kendine yarışmalar yapıyor, ara sıra bunlara babası da katılıyor. Bir de deyimlerin, mecaz anlamını kavrayamıyor -bu biraz da yaşının özelliği zaten- kelimeleri ve cümleleri gerçek anlamlarıyla anlıyor. Mesela arkadaşı İbo, açlıktan gözünün döndüğünü söyleyince Fiko, İbo’nun gözlerinin gerçekten döndüğünü zannediyor. Aynı zamanda, estetik duyarlıkları olan, dikkatli bir çocuk o; doğayı izlemekten keyif alıyor, ayrıca kendiyle barışık, yapılan şakalara alınmıyor. Ama kötü bir huyu daha var, biraz unutkan, hep eşyalarını kaybediyor.



Fiko’nun babası yani kitaba adını veren kişi, Ömür Bey; ‘çalı süpürgesine benzer’ bıyıkları olan bir adam. Gültepe Mahallesi’nde bir fırını var, eşi Zehra Hanım’la beraber bu fırını işletiyor. Sabahları erkenden kalkıp fırını açarak sıcacık, mis kokulu ekmekler yapıyor. “Elleri, parmakları, üstü başı, saçı ekmek kokar Ömür Bey’in. Hatta sesi ve rüyaları bile.” (s.88) Konuşmayı seven, neşeli bir adam Fiko’nun babası. Kapak görselindeki kırmızı sakallı adamın kim olduğunu merak ediyorsanız hemen söyleyeyim, o da Şair Amca. Ama şair falan değil, öyle bir yeteneği de yok. Yalnızca anne babası ona bu adı vermiş. Fırının karşısında bir kitap dükkânı var Şair Amca’nın. Kitapçının kedisi de eksik değil hani, adı da Safinaz. Yalnız Fiko, ondan biraz korkuyor. Şair Amca’nın kitabevinde yalnızca kitap satılmıyor, kütüphane gibi ödünç kitaplar da veriliyor, aynı zamanda bahçede kitap okuyanlara çay ikram ediliyor. Tam kitap kurtlarına göre bir yer anlayacağınız.

Fırınla Şair Amca’nın kitap dükkânı arasında dev bir dut ağacı var, bu ağaç kendisine gösterilen ilgiyi Şair Amca ve Fiko’ya borçlu. Bir gün ikisi beraber bu ağaca tırmandılar da ondan. O gün bugündür dut ağacının altına yerleştirilen tahta piknik masası mahallelinin uğrak yeri. Zaten Şair ile Amca Fiko’nun dostlukları da o gün başladı. Şair Amca ona hep “adamım” diye hitap ediyor, alıp evlerine götürüyor. Eşi Aliye onlara nefis limonatalar yapıyor.

Romandaki asıl olay, Fiko ile babası arasında geçen bir pazarlığın sonucunda gelişiyor. Okulların kapanmasına iki hafta kala Fiko babasından, yaz tatilinde doya doya gezebileceği bir bisiklet almasını istiyor. Babası bu fikre hiç sıcak bakmıyor. Çünkü Fiko önceki yıl, kendine alınan bisikleti orada burada unutmuş, kıymetini bilememiş. Sonunda Ömür Bey bir şartla bisikleti almaya razı oluyor, önce oğlunu denemek istiyor. Fiko babasının verdiği mor kuşağı iki hafta boyunca kaybetmeden, yanında taşıyabilirse bisikleti almaya hak kazanacak. Böylece bir anlaşma yapılıyor, baba oğul birbirlerine söz veriyorlar, hem de ‘kertenkele sözü’.

Mor kuşağı saklamak ve korumak zannedildiği kadar kolay değil Fiko için. İki hafta içinde yüreğini ağzına getirecek birkaç durum yaşıyor. Bir defasında Safinaz’ın haylazlığı yüzünden epey canı sıkılıyor. Ama durum, Şair Amca sayesinde çözüme kavuşuyor.

Bu arada epey bir zaman ailece Fiko’nun doğacak kardeşi için isim düşünüyorlar, sonunda bebek dünyaya geliyor ve ona Fiko’nun çok sevdiği bir dostunun adını veriliyor. 

Kitabın başarılı yönlerinden biri, sonuna kadar kurgusal temponun hiç düşmeden devam ediyor oluşu. Fiko, Ömür Bey ve Şair Amca, özellikleri iyi oturtulmuş karakterler. Fiko’nun palavracılık, sorumsuzluk gibi olumsuz özellikleri de yargılanmadan ama zararları ortaya konularak anlatılmış. Fiko toplumsal dışlanmaya maruz bırakılmadan, büyükler tarafından nasihat edilmeden, küçük eleştirilerle, ders çıkaracak durumlar oluşturularak yönetilip yönlendiriliyor. Kendisi de eğitimci olan yazarın, bu konuda iyi bir eğitim modeli ortaya koyduğunu da söyleyelim. Bu roman, sevimli kahramanları, su gibi akan üslubuyla Ömür Bey’in fırınından gelen ekmek kokuları gibi sizi çağıracak. Kitabı eline alan sevgili okurlar, Fiko’nun hikâyesini, mor kuşağın akıbetini de merak ederek eminim benim gibi bir çırpıda okuyacaklar ve onu tanıdıklarına memnun olacaklar.

Tuba Dere, Ayraç Dergisi s.84

Ömer Açık, Benim Babam Ömür Adam, Günışığı Kitaplığı