Bir kargo paketinden daha,
görmeyi çok istediğim kitaplardan biri çıktı. Joyce’un torunu Stephan,
dedesinin mektuplarını alınca benim kadar sevinmiş miydi, bilemem. Ben, çiçeği
burnunda bir yayın evinden –Hep Kitap’tan- çıkmış, oldukça iyi bir baskıyla
hazırlanmış, bu tarihî kitabı Kopenhag’ın
Kedileri’ni elime alınca pek heyecanlandım.
Kitap Ulysses, Dublinliler, Sanatçının Genç Adam Olarak Portresi eserleriyle
tanınan, geçen yüzyılın büyük şair ve yazarı James Joyce’un dört yaşındaki
torunu Stephan’a postayla gönderdiği iki mektuptan biri. Anlaşıldığı üzere aslında
basılmak üzere yazılmamış. Joyce gibi imgesel, lirik şiir dilini çok iyi bilen
bir dedeyle torunu arasındaki konuşmalara, zamanla kurulmuş özel iletişime ve
çağrışımlara dayanan iki kısa öykü bunlar. Mektuplardan ilki Kedi ve Şeytan adıyla birkaç yıl önce
İletişim Yayınları’ndan çıkarak okurla buluşmuştu. Kopenhag’ın Kedileri, ikinci
mektup. Her iki mektubun çevirisini de Celâl Üster yapmış[1].
Bu kitabın illüstrasyonları ise Casey Sorrow’a ait.
Mektupların bulunma ve yayınlanma
hikâyesi de ilginç. İlk mektup daha önce İngiltere’de farklı yayın evleri
tarafından birkaç kez resimlenip basılmış. İkinci mektup ise 2006 yılında Joyce
Vakfı’na bağışlanan bir bavul dolusu yıpranmış kâğıt arasında bulunmuş.
Joyce mektuplardan önce, o
sıralar bulunduğu Calvados’taki Mer kasabasından 4 yaşındaki torununa,
büyükleri atlatmak için Truva atı gibi küçük bir hileyle, içi şeker dolu bir
kedi göndermiş. İlk mektup olan “Kedi ile Şeytan”ın girişinde bundan söz ederek
gönderdiği Beaugency kedisinin hikâyesini anlatmaya başlar. Mektupların
ikisinde de kedilerin yer almış olması, torunu ile Joyce’un bu sevimli
kahramanları çok sevdiklerini ve onlardan konuşmadan edemediklerini bize
düşündürür.
İkinci mektup olan Kopenhag’ın
Kedileri, 5 Eylül 1936 tarihli. Yazar, Mer’den sonraki durağı Kopenhag’tan da
bir mektup yollamakta ama maalesef bu şehirden Stephan’a bir kedi
gönderememektedir, çünkü Kopenhag’da hiç kedi yoktur. Şehirde balık ve bisiklet
dolu olmasına rağmen kediler ve polisler ortalıkta görünmez. Çünkü Danimarkalı
polisler tüm gün evlerinde yatıp purolarını tüttürerek kaymaklı süt –yani çocukların
hiç sevmediği bir şey- içerler. Öyküde Kopenhag’ın polisleriyle kediler
arasında karşılaştırmaya dayalı bir ilinti kurulur, illüstrasyonlar da bunu
destekler. Polisler evlerinde yata dursunlar kırmızı giysili postacılar evlere,
mektuplar, telgraflar ve kartpostallar taşımaktadır. (Kopenhag’ın bu kırmızı
ceketli postacıları Joyce’un epey ilgisi çekmiş olmalı ki yalnız bu mektubuna
değil Finnegans Wake adlı eserine de bir kahraman olarak girmiş.) Joyce,
postacıların taşıdıkları mektupların içeriğinden de bahseder. Burada hem
torunuyla kurdukları imgeler dünyasına, hem daha önceki mektubunda söz ettiği
hileli Beaugency kedisine hem de zannımca mevcut sosyal yapıya göndermeler
yapmakta, otorite karşıtı eleştirel bakışını da hissettirmektedir. Joyce şehre
bir dahaki gelişinde yanında bir kedi getirecektir, çünkü kediler
Danimarkalılara polislerden buyruk almadan karşıdan karşıya nasıl geçileceğini
ve polislere de nasıl davranmaları gerektiğini öğretebilirler. Üstelik kediler
sepetler dolusu balık varken asla kaymaklı süt içmezler.
Kopenhag’ın Kedileri soyut ve
sembolik dille kaleme alınmış, bir küçürek öyküdür. Her ne kadar minik
Stephan’a yazılmış olsa da tam anlamıyla bir çocuk öyküsü olduğu söylenemez. Tabii
hemen şunu ekleyelim, alegorik olarak kurulmuş bu eğlenceli öykünün mesajlarını
çözebilmek için Kopenhag’ın Kedileri’ni tekrar tekrar okuyup üzerinde düşünmek
gerek. Bu kitabı bir defa okumakla bitiremezsiniz.
[1] http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/joyce-cevirmeni-oldum-sonunda-350673
Tuba Dere, Ayraç Dergisi, s.89'da yayınlanmıştır.
Kopenhag'ın Kedileri, James Joyce, hep kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder